
Cumhuriyet'in kuruluş yılları, sadece bir devletin değil, aynı zamanda yeni bir toplumun ve bireyin inşasına yönelik cesur bir dönüşüm sürecini ifade eder. Bu dönüşümün merkezinde ise laiklik ilkesine dayalı bir eğitim sistemi yer alır. Laiklik, bireylerin din, mezhep ve inanç farkı gözetilmeksizin eşit bir vatandaşlık bağıyla bir arada yaşamasını sağlayan temel bir anlayıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, eğitim reformları bir ulusun kaderini değiştirmek, onu ümmet toplumundan ulus toplumuna dönüştürmek ve özgür bireyler yetiştirmek adına hayata geçirilmiştir. İşte bu süreç, modern Türkiye’nin temellerini atan güçlü bir iradenin, eğitim ve laiklik konusundaki kararlılığını yansıtır. Yazarımız CEMİL YAVUZ'un "Cumhuriyetin Kalbinden Vurulduğu Yer" kitabından laiklikle ilgili önemli bir bölümü okurlarımıza sunuyoruz.
Cumhuriyetin Kalbinden Vurulduğu Yer: Eğitim
“Yeni toplum-yeni insan ve yeni yurttaş” modelini yaratma yolunda başvurulacak en etkili araç, hiç kuşkusuz “eğitim”dir. Cumhuriyeti kurma yolunda bu gerçeklikten hareket eden Atatürk ve genç kurucu kadronun hedefinde “laik, özgür, bağımsız, modern, ulusal” kimlikli, akılcı ve uygar yeni kuşaklardan oluşan bir “toplum ideali” vardır.
Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen ardından 3 Mart 1924 tarihli ve o günkü dili ile “Tevhidi Tedrisat” yani Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi Yasası, hedeflenen o toplum idealine yönelik ilk ve en büyük “devrim”dir.
Böylece, ülkede eğitim alanındaki bütün öğretim kurumları ya da birimleri, Maarif Vekaleti’ne yani Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanır.
Dinsel nitelikli Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’ne bağlı olan ne varsa, bütün mektep-medrese, aynı uygulamaya tabi tutulur ve ardından da medreseler kapatılır.
Toplumdaki manevi gereksinmeyi karşılamaya yönelik olarak da imam-vaiz-hatip okulları ile ilahiyat fakültesi açılır; ancak bir süre sonra öğrenci yetersizliği nedeniyle de kapanır.
1929 yılında bütün liselerden Arapça-Farsça dersleri kaldırılır.
Amaç, Arap-Fars kültürü etkisinden giderek uzaklaşmaktır. İlköğretimdeki din dersleri uygulaması da 1930’da, önce kentlerdeki okullarda, 1939’da da köy okullarında sonlandırılır. Sonuçta, eğitimin üzerindeki “medrese tekeli” tümden yıkılırken, din de bilimden ve eğitim-öğretimden ayrılır.
Cumhuriyetin kurucu iradesi ve devrimci önderlik, siyasileşmiş din ve diğer geleneksel yerleşik kurumları ile uzlaşma yerine hesaplaşma yoluna gider.
Çünkü modern Cumhuriyet’in inşası ve devrimlerin başarısı için ülkenin bütününde “laik eğitim” ya da özellikle de “eğitimde laiklik” kaçınılmazdır.
Bu uygulama da genel anlamı ile “Türk laikliği”dir.
“Türk laikliği” ile laiklik konusu, yalnızca devletin laikleştirilmesine ya da “devlet-din ayrılığı”na indirgenemez ve bununla yetinilemez.
Bunu çok fazlası ile aşan bir özelliğe, içeriğe, derinliğe, genişliğe ve de etkinliğe sahiptir.
Bunun en yalın ve net ifadesi de “din ve dünya işlerinin ayrılığı” ifadesidir.
Kurucu siyasal örgüt olarak CHP’nin de “1927 Tüzüğü”nde ve “1931 Programı”nda da laiklik böyle tanımlanır.
İşte bu laiklik tanımlaması, “Türk laikliği”nin derinliğini ve kapsamını çok net olarak yansıtır.
Tepeden tırnağa yeniden kurulup yapılandırılan bir toplum için bu durum elbet zorunlu görülür.
Bu zorunluluktan dolayı “kurucu önderlik iradesi”nin din-devlet, din-toplum ve din-dünya ilişkisine bakışı bu yüzden “uzlaşmacı ve evrimci” değil, Fransa örneğindeki gibi “devrimci”dir. Bu yaklaşımda dinlerin, kutsal inançların siyasette ve başka alanlarda da olsa bir çıkar ve güç hatta iktidar aracı olarak istismardan kurtarılmasına ve kurtarılacağına ilişkin amaç kesindir. Bu durumda laik eğitim, ülkedeki toplumsal uzlaşmanın ve iç barışın inşası için de hem zorunludur ve hem de gereklidir. “Türk laikliği” denilen, bu noktada da özeldir ve kendine özgüdür.
Çünkü bu öncelikle toplumsal uzlaşmanın ve iç barışın yaratılmasının yanı sıra çağdaşlaşmanın önkoşullarının en önemlisi, hatta en belirleyicisidir.
Laik “genel eğitim” yolu ile de hem “uluslaşma” hedefi hem de “ulusal egemenlik” ilkesi artık yerleşik ve vazgeçilemez olup, kalıcılaşacaktır.
Kurtuluş mücadelesinin daha dumanı tüterken, asıl zaferin “eğitim” ile elde edileceğini öngören Gazi Mustafa Kemal, 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlerle birliktedir ve onlara şöyle seslenir:
“Üç buçuk yıl öncesine kadar halk cemaat olarak yaşıyorken, başındakiler de onları istedikleri gibi yönetiyorlardı. Bütün dünya da bu halkı, başındaki o yönetenlerine göre tanımaktaydı. Ancak üç buçuk yıldır, bütünüyle bir ulus olarak yaşamaktayız,” derken, aslında hem olanları hem de olacakları anlatır.
Öncelikle eğitimin laikleştirilmesi, en başta uluslaşmanın da dinamiğini ve itici gücünü oluşturur.
Ümmet toplumundan “ulus” olmaya geçişte laik eğitim, en etkili araçlardan birisi hatta en önemlisi olur.
Laiklik, toplumdaki farklı din, mezhep ve inançlardan olan yurttaşların “ulusal birlikteliği”ni sağlama işlevini üstlenir.
Hanedana bağlı olan 600 yıllık feodal-geleneksel ümmet toplumu olan Osmanlı, aynı zamanda çok inançlılık özelliği ile üretime dayalı olmayan yapısının yarattığı “şükürcü kanaatkârlığı” üzerine devam ettirilebilen ve başında halife padişahın bulunduğu geniş bir “kullar kitlesi”dir.
Aklın yerine “gelenekselleşmiş dinsel kalıplar”ın egemenliği geçerlidir.
Toplum gelişmeye kapalı, sorgulama yeteneği oluşmamış, nakilci bir yapıdan ibarettir.
Batı modernizasyonuna ve akılcılığına kapalı dogmatik, okuma yazması bulunmayan, sözel bir toplum görünümündedir. Aynı zamanda da büyük çoğunluğu mülksüz (topraksız) ya da az mülklü (topraklı) yoksul bir toplum özelliğindedir.
Yaygın bir yoksulluk ve yoksunluk içinde, savaşlardan da yorgun düşmüş, yaralı bir toplumdur.
Halk adeta kaderine terk edilmiş halde, üstte yok, başta yok ve can derdindedir. I. Dünya Savaşı sonunda, emperyalist işgale uğrayan Osmanlı Devleti’nin geniş toprakları, imzaladığı Sevr Anlaşması ile de emperyalist devletlerce paylaşılır.
Çanakkale Savaşları ile dünya sahnesine çıkan Yarbay Mustafa Kemal, bu durum karşısında durmaz; yurtsever subaylar ve sivil aydınlarla birlikte, halkı örgütler, ordular kurar, hedefi belirler, kurtuluş için yola çıkar.
“Ya bağımsızlık ya ölüm!” diyerek tam bağımsızlık yoluna girer. İnönü, Sakarya, Dumlupınar’da kazanılan zaferlerle ve Lozan’da elde edilen bağımsız Türkiye tapusu, mazlum uluslar için de pusula olur.
Kazanılan kurtuluş mücadelesi, TBMM’nin kuruluşu ile kurumsallaşarak, dünyevileşen göksel egemenlik artık “ulusun” olur ve bu durum, laikliğin de en güçlü işaret fişeği niteliğindedir.
Ardından hanedana dayalı saltanata ve hilafete son verilir.
Halka dayalı modern, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilan edilir.
Arka arkaya gerçekleştirilen devrimlerle artık Cumhuriyet’in kalıcı inşasına geçilir.
Bunun için de en öncelikli ve en etkili olacak olanların başında ise “eğitim” gelir.
Bir “kurtarıcı” dehasına sahip olan Mustafa Kemal, “eğitim” konusundaki muazzam yaklaşımı ile de aynı zamanda bir “kuruculuk” dehasına sahip olduğunu gösterir.
Mustafa Kemal’e göre artık asıl ve gerçek savaşım “eğitim” ile cehalete karşı verilecektir.
Hızla “laik ve modern, akılcı ve ulusal eğitim” modeline geçilecektir.
Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllar 1924-1925’te, ülke sınırları içinde sadece 20 Öğretmen Okulu vardır.
Eski medrese sisteminin yapısını taşıdığından, yeni dönemde yeterli-gerekli işlevi göremez ve 1930’lara gelindiğinde sayısı 11’e düşer. Aynı tarihte ülkede “öğretmenlik işi” yapmakta olanların toplam sayısı da 10.102’dir. Bu “öğretmenlik işini” yapanların içinde “öğretmenlik eğitimi” alanların yani diplomalı öğretmen olanların sayısı da sadece 2.734’tür.
Kalan büyük bölümü ise şuradan buradan, hariçten “öğretmenlik” yapma işi verilen niteliksiz, yetersiz, özelliksiz kişiler olup birçoğu da ya ilkokul çıkışlı ya da sadece okur-yazar olanlardandır.
Bütün ülkede okur-yazarlık oranı ancak yüzde 5’lerde-8’lerdedir. O da yalnızca belli kent merkezlerinde, medresedekiler, varlıklı olanlar, bürokrasidekiler, gayrımüslimlerle saray ve çevresindekilerden olup, kadınlar dahil değildir.
Arap harflerinden oluşan yazı dili Osmanlıca olup, halk için öğrenilmesi ve öğretilmesi hiç kolay hatta mümkün de değildir.
Cumhuriyet’in kurucu devrimci önderliğinin önünde duran ve aşılması-başarılması kaçınılmaz ve mutlak olan en temel sorunların-konuların başında “uluslaşma, Cumhuriyet’i ve devrimleri yurdun her noktasına yayma, aydınlanma, halkı üretici yapma ve bunun için de en başat üretim aracı olan toprağı, feodal ağaların tekelinden kurtarma, çiftçiyi-köylüyü topraklandırma ve böylece halkı da yoksulluktan kurtarma-kalkındırma” hedefi gelmektedir.
(.....)
#Laiklik #Cumhuriyet #Eğitim #Atatürk #Devrim #ModernTürkiye #LaikEğitim #TürkLaikliği #UlusalEgemenlik #UlusDevlet #TevhidTedrisat #CumhuriyetDevrimleri #Özgürlük #AkılcıEğitim #UlusalKimlik #EğitimDevrimi #Modernleşme #BilimselEğitim #Çağdaşlaşma #BirlikteYaşamak #ToplumsalBarış #Cumhuriyetİlkeleri #LaikToplum #EğitimdeEşitlik #YeniTürkiye
Comments