Frida Kahlo'nun İkinci Kez Dünyaya Gelişi #10Temmuz
- Kafekültür Yayıncılık
- 10 Tem
- 6 dakikada okunur

Birkaç gün önceki Frida Kahlo anmamız sırasında onu biyografik romanının yazarı EMİNE EBRU bizi uyardı: "O, aslında 10 Temmuz'da doğdu..." Bizler de bu öneriyi yumuşakça ve sadaketle göğüsledik, ama aklımıza deli sorular takıldı...
Sevgili Emine Ebru,
Frida Kahlo’nun takvimle arası hiçbir zaman düz gitmedi.
Doğumu 6 Temmuz'du ama o kendine 10 Temmuz’u seçti. Çünkü o tarih Meksika Devrimi’ydi — kendini yalnızca doğurmakla yetinmedi, bir halkın yeniden doğduğu günle de özdeşleştirdi.
Ve sonra 13 Temmuz.
Sanki bu hikâyede üç rakam yetti ona: 6, 10, 13. (Bu aradaki 12 rakamı da sanki öykü kitaplarınızdan birisine bir gönderme.)
Toplam 7 gün.
Hayatını anlatmaya 7 gün, yaşamaya 7ömür yetmedi belki ama... Siz La Frida’da bunu yapmayı denediniz.
Bu söyleşi, Frida’nın doğum günüyle sizin doğumunuz arasında bir köprü belki de. Siz 1 Şubat doğumlusunuz ama bu kelimelerle birlikte ikinci kez doğmuşsunuz gibi...
O yüzden size klasik sorular değil, biraz içe sızan, biraz tahıl bazlı bir içki gibi yakan, biraz da Frida'nın aynasından yansıyan sorular sormak istiyorum.
La Frida’yı yazarken kendinizi mi konuşturduğunuzu, yoksa onun sustuğu yerlerden mi ses verdiğinizi doğrusu çok merak ediyorum.
Bu arada evet, biz sizin cümlelerinizi biliyoruz: Kısa, serin, beklenmedik. Ama bu defa biraz daha uzun kalmanızı diliyoruz bizimle; sadece cümlelerinizin geometrisini, kuantum parçacıklarını değil, size ait olan sesi uzun uzun duymak istiyoruz. Çünkü siz kitaplarla konuşan bir yazarsınız.
Bize de uzun uzadıya bu söyleşide kitapla, kadınla ve kendimizle konuşma fırsatı lütfen tanıyın.
Frida’nın ruhuna tütsü, kelimelerinize ateş gerek. Hazırsanız başlıyoruz.

“La Frida”yı yazarken Frida’nın hayatı sizin kendi kadınlık hikâyenizde hangi duygusal alanlara dokundu? Onunla ilk hangi yarada buluştunuz? “Frida’nın yatağa bağımlı bedeni, benim yıllarca içime gömdüğüm cümleleri doğrulttu.” Bu cümleyi kurarken Frida'nın sizin için bir tür aynaya mı dönüştüğünü düşündünüz?
Frida için tam bir acı zanaatçısı tabirini yakıştırmamızın sebebi belki de “ başıma gelen en iyi şey acıya alışmaya başlamam” demesi olabilir. Onunla empati yaptığım için aynı duygusal boşlukta mı buluştuk yoksa ben de acıya alıştığım için mi aynı alanlarda karşılaştık bilemiyorum. Ama şu var ki zaman geçtikçe her şey değişiyor, yaşantımız, değerlerimiz ve duygularımız. Özellikle duygularımızı eğitmeye çalışıyoruz, çünkü kimse acı çekmek ya da buna alışmak istemiyor. Ben odaklı yaşadığımız bu çağda Frida’nın yaşadıklarını anlayabilen onunla aynı paralelde hisseden insan sayısı azaldı, öyle de olmalı belki. Kız kardeşiyle aldattığı kocasına âşık kalabilen kimse kalmadı çevremizde. Frida her anlamda farklı bir kadın, döneminin en aykırısı, en isyankârı. Buna rağmen yaşıyor tüm bunları ve yaşadığı her şey onu Frida yapıyor. Sadece yetenek değil. Aynaya baktığımda bunu görüyorum.
Frida acıyı dönüştüren bir kadındı. Ve romanınızda “Boynuna taktığı o korseler, bana kelimelerin nasıl bir zırh olabileceğini öğretti.” yazmışsınız Siz yazarlığınızda bu acıyla nasıl ilişkilendiniz? Acı sizin için de yaratıcı bir alan mıdır?
İnsan zor şartlarda daha yaratıcı olur. Kimi acıyla beslenir, kimi yaralarıyla. İyileşmek de ister insan, sığınacak yer arar, yaranın üzerini örter yarattıklarıyla. Bu içsel bir durum da olabilir yaşadığımız dönemler de etkileyebilir. Zira Frida ruhunun ve öz yaşamının kederleri bir yana olanca acı dolgulu bir zaman ve mekânda var olmuştur. Bir önceki soruda dediğim gibi yetenek, istek ve azim yeterli olmayabiliyor, insan acıyla yoğrulmazsa, zorda kalmazsa üretmeyebilir, kolay olanı seçer, rahatı seçer. Bizler hala bizden öncekilerin yarattıklarından feyz alıyoruz. Frida’nın acıları, Dali’nin deliliği, Van Gogh’un tutkusu, Dostoyevski’nin derinliği, Beethoven’ın isyanı olmasa o harikulade eserler nasıl çıkardı kim bilir!
Peki, Frida'nın acısıyla kurduğunuz bu yakınlık, onunla bir tür duygusal bağ da kurmanıza yol açtı mı? Daha doğrudan sorayım: Frida’yı seksi bulur muydunuz erkek olsaydınız ya da objektif bir kadın gözüyle?.. “Evet. Ama o bildiğimiz türden değil. Frida’nın cinselliği, meydan okuyuşuydu. Seksiliği ise acının ta kendisiydi.” sözlerinizi hatırlatarak…
Frida’yı bir bütün olarak seksi bulurdum evet. Fiziksel güzellikten öte başka şeyleri görmek lazım. Bir kere devrimci tarafı çekerdi beni, korkusuz ve isyankâr olması. Vazgeçmeyişi de önemli. Diego ile bu sebepten aynı eksen etrafında buluştular hep. Ne vazgeçtiler, ne birbirlerinden gittiler. Beraber de olamadılar ama aralarındaki tutkuyu ve aşkı kaybetmediler. Kim istemez, kim seksi bulmaz ki böyle bir kadını!

Kadın gözüyle Frida’yı yazmak, onu bir 'ikon'dan çıkarıp bir 'kadın'a dönüştürmek nasıl bir deneyimdi? “Frida’nın yüzüne değil, iç çekişlerine baktım. İmgeler değil, inlemelerle konuştum onunla.” Bir kadın olarak onunla konuştuğunuzu söylediniz. Bu yazarlık sürecinde bir tür içsel diyalog da gelişti mi aranızda?
O içsel diyaloglar sadece Frida ile olmadı, Freud’la daha fazla konuştum mesela. Anlamakta güçlük çektiğim için çok zorlandım Freud’la iletişim kurmakta. Frida ile aynı paraleldeydik, politik ve sanatsal anlamda devrimci bu kadın ressamın bir tablosu bile benim yıllarca anlatmak istediklerimin resmiydi. Bu sebepten takdir ettim, bu sebepten saygı duydum, bu sebepten içselleştirdim. Frida ile her şey daha konforluydu.
Romanınızda Frida’nın düşükleri, çocuk hasreti ve yalnızlığı çok çarpıcı. Bu bölümleri yazarken kadınlığınıza/anneliğinize dair hangi duvarlarla yüzleştiniz şu cümleleri yazarken: “Rahmine düşen ölü bebek kadar canlıydı onun yalnızlığı. Yazarken içimde bir sessizlik doğurdu.” Kadınların anlat(a)madıkları hakkında yazarken siz de sustunuz mu hiç?
Bir kere şunda anlaşalım. Kadınlar susmuyor, kadınlar konuşuyor fakat dinleyen yok, anlayan yok. Daha ne yapsın bu kadınlar? Boş duvara anlatmakla eşdeğer bazı şeyler. Tarihe adını yazmış kadınlardan güç alarak yapılıyor bazı şeyler, eskiden de farklı değildi yani. Tüm dönemlerde kadınlar susturulmaya çalışıldı, kimi sustu, kimi isyan etti politikacı, sanatçı, aktivist ya da savaşçı oldu. Onları konuşmaya devam ettik, anmaya çalıştık, öncümüz oldular. Bir kıvılcımla başlar tüm yangınlar. Frida da kendi döneminin zorluklarını yaşadı, onu Frida yapan acılarına rağmen sanatını konuşturmasıydı. Ezberbozan ilişkileri, feminist yanı, güzellik algısı gibi şeyler tüm bunların dışında kalıyor.
Frida ile Diego’nun fırtınalı ilişkisini yazarken kendi aşk tanımlarınızla ne kadar çarpıştınız? ‘La Frida’da bu aşk sarsıcı, yer yer zehirli ama bir o kadar da vazgeçilemez çizgide ilerliyor. Kendi edebiyat sanatınızda, özellikle “12” adlı kitapta da aşk, genellikle eksik ya da geç kalmış bir şey olarak karşımıza çıkıyor. Aşk sizin için daha çok bir sığınak mıydı, yoksa bir çıkmaz mı? “Diego’nun gözlerine baktığında, orada geçmişini değil, gelecekte yaşayacağı acıları gördü Frida. O acıya evet dedi.” Bu türden bir “evet”i siz hiç verdiniz mi yazarken ya da yaşarken?
Aşka inanmayan birinin aşk hayatına hiç girmeyelim benceJ Ama aşk tanımlarıma göre aykırı bir ilişkiydi Frida ile Diego’nun aşkı. Sıradan aşklar için yaratılmadıkları aşikârdı. Aşk böyle âşık çiftlerin hikâyesinde güzel, filmlerde, kitaplarda güzel. Uzaktan bakınca güzel, içine girince tekniklerin eksikse boğulursun. Riske girmeye gerek yok bence. Özellikle şu zamanda.

Frida'nın hayatı, yarım kalmış projeler, tamamlanmamış tuvallerle dolu. Sizin kaleminizde de çoğu karakter sanki bir yere varamadan durur, kalakalır. Tam da bu yüzden ‘yarım’lıkla ilgili hem çok tanıdık hem çok özel bir bağınız var gibi. Frida sizce neyi tamamlayamadı? Ve siz onun hangi eksikliğine ses oldunuz şu satırları yazdıktan sonra: “Kendimi Frida’nın içindeki boş odada buldum. Ne duvar vardı ne tavan. Sadece yazı vardı.” Kendi yazarlığınız da bir tamamlayış mı yoksa bir iç boşluğa yazılmış mektup mu?
Frida’yı günümüzde tamamlayabilen keşke ‘ben’ olsaydım. Bunu gerçekten isterdim. Ama ben de kendi hayatımda yarım kalacağım ve beni de tamamlayabilecek birisi olmayacak. Herkes kendinden sorumlu, yapabildiklerimizden çok daha fazla yapamadıklarımız, yaşayamadıklarımız var. Frida, bilinen ve bilinmeyen tüm renkleri hayatında kullandı, yine de yarım kaldı. Onu anlamak, ona ulaşabilmek bile beni kat be kat yüceltti. Dediğim gibi onun yaratıcı olması değildi onu eşsiz kılan, acılarıyla barışık olması ve belki de otoportrelerinde çirkinliğe karşı meydan okumasıydı. Ne desem boş, ne desem yarım kalacak.
Sizi “kitaplarla konuşan yazar” olarak tanıyoruz. Gerçekten de her kitabınızda bir sesle, bir suretle konuşuyormuşsunuz gibi. Peki La Frida’yı yazarken hangi kitapla konuştunuz en çok? Ya da şöyle sorayım: Siz kitaplarla ne konuşuyorsunuz Emine Hanım? Ne fısıldıyorlar size, siz onlara ne itiraf ediyorsunuz?Bir kütüphanede yıllarınız geçmişse kitaplarla konuşmanız anlamsız olmaz bence. Beni oku, beni de oku, bana bak, nasıl da güzelim, nasıl da doluyum, beni okumadan nasıl geçersin, bana bakmak ağır mı geldi, neler de anlatmışım diyen bir sürü kitap var etrafta. Biriyle konuştuğumda diğerinin hatırı kalacak diye diye hepsine laf atarken bulursun kendini. Bir çeşit delilik mi, olabilir evet inkâr edemem. Hangimiz bir dönem kafayı yemiyoruz ki! Frida’yı yazarken kitaptan çok filmiyle, belgeselleri ya da çeşitli videolarla ilgilendim, mekânları merak ettim, o dönemin şarkılarını, ilişkilerini anlamaya çalıştım. Kitaplara ne itiraf ettiğime gelince, belki bir gün bir kitapta okursunuz diyeyim.
O kitabı epey bekleyecek de olsak buna değer diye düşünüyoruz. Çok nazik ve cesur yanıtlarınız çok teşekkürler Emine Ebru.
Yazarın web sayfası
#FridaKahlo #LaFrida #EmineEbru #BirKadınıYazmak #KadınYaradır #SanatVeAcı #YüzünüFridaGibiTaşı #BenimFridam #FridaRuhu #LaFridaRomanı #YazarınGölgesi #KalemVeÇiçek #KendiYüzünüBoyayanKadın #KadınYazarlarKulübü #AcınınResmi #FridaGibiYaşamak #EmineEbruYazıyor #FridanınKızKardeşi #Fridaİçimizde #YaralıAmaGüçlü #AşklaYazılmışRoman #FridaGibiSev #YüzleşmeRomanı #KadınPortresi #YazınınResmi #RuhunKırmızıGülü #FridanınKöprüsü #SanatınYarası #YazarınPortresi #KalemdenFrida




Yorumlar