top of page

Vordonisi Evreni "Mühür"lendi


Kayıp Bir Adanın İzinde: Vordonisi Serisi Üzerine


Tarihsel merakla beslenen bir hayal gücü, gençliğin samimi anıları ve bilimkurgunun zaman bükücü katmanları… Tüm bu ögeler, İlker Selman’ın Vordonisi serisinde bir araya gelerek bizi hem tanıdık hem de tuhaf biçimde uzak bir evrene davet ediyor. İstanbul’un hemen karşısında, sular altında kaldığı söylenen efsanevi Vordonisi Adası, Selman’ın kaleminde yeniden su yüzüne çıkıyor. Bu iki ciltlik roman serisi; dostluk, aidiyet ve geçmişle yüzleşme gibi evrensel temaları, zaman yolculuğu ve Bizans entrikalarıyla harmanlayarak özgün bir anlatı sunuyor.

Bu söyleşide, yazarın yaratım sürecine, tarih ve kurgu arasında kurduğu dengeye, karakterlerin gerçek yaşamdaki izdüşümlerine ve gençlik romanı çatısı altındaki türler arası geçişlere ışık tutuyoruz. Vordonisi sadece bir ada değil; geçmişe, kimliğe ve hayal gücüne açılan bir kapı. Gelin, o kapının ardında neler olduğuna birlikte bakalım.

 

"Vordonisi"nin fikri nasıl doğdu? Adalar, denizcilik ve zaman yolculuğunu harmanlama fikri size nasıl ilham verdi?


İstanbul’un karşısındaki adalar her zaman gizemli gelmiştir bana. Özellikle Heybeliada’nın arkasındaki Vordonisi adasının batık olduğu bilgisini ilk duyduğumda, aklımda hemen şu soru belirdi: “Ya tekrar ortaya çıksaydı?” Bu düşünce, beni bir zaman kırılması fikrine götürdü. Denizciliğin mitolojik ve tarihsel katmanlarıyla zaman yolculuğunu birleştirmek kaçınılmazdı.


Romanın merkezinde gençlik, dostluk ve aidiyet duyguları var. Bu karakterlerin bir kısmı gerçek kişilere ya da anılara mı dayanıyor?


Kesinlikle. Candan, Meral, Barış gibi karakterler, benim gençliğime, çocukluk yaz tatillerime ve adada yaşadığım dostluklara dayanıyor. Hepsi birebir gerçek kişiler olmasa da, birçok kişiden izler taşıyorlar. Yazarken adeta eski defterleri açtım.


İlk kitapta geçmişin izlerini taşıyan Heybeliada’yı işlerken, ikinci kitapta Bizans dönemine uzanan tarihsel bir kurgu görüyoruz. Bu zamanlar arası geçişi kurgularken nasıl bir araştırma süreciniz oldu?


Ciddi bir kaynak taraması yaptım. Bizans dönemi, Vareg (Kievli) korsanları, manastır yaşamı ve adalarda sürgün edilen kişilere dair kaynakları okudum. Heybeliada üzerine yazılmış az ama öz literatürden, özellikle Nejat Gülen’in kitabından çok faydalandım.



“Zamanda yolculuk” temasını işlerken bilimsel kuramlarla (örneğin Einstein’ın zaman bükülmesi teorisi) kurduğunuz ilişki dikkat çekici. Bu bilimsel yaklaşımı romana taşımakta zorlandınız mı?


Aslında fiziksel bir altyapı oluşturmak istedim ama roman bilimsel bir kurguya yaslanmak zorunda değildi. Einstein’ın zaman bükülmesi teorisi, sadece mantıklı bir zemin oluşturmak içindi. Ama okurun hayal gücünü de yormadan sade bir şekilde aktarmaya çalıştım.


İlk ciltte karakterler arası ilişkiler ve günlük yaşam ön plandayken, ikinci ciltte tarihsel entrikalar ve siyasi oyunlar daha baskın hale geliyor. Bu dönüşümü nasıl planladınız?


İlk cilt bir “giriş” gibiydi. Karakterleri tanıtırken, onları ve okuru ada atmosferine alıştırmak istedim. İkinci ciltte ise zaman yolculuğuyla gelen şaşkınlığı ve mücadeleyi işlemek gerekiyordu. Zaten gerçeklik değiştiğinde, kurgu da değişmek zorunda kaldı.


Roman kahramanlarının geçmişe gidip orada “yeni” bir yaşam kurmaya başlamaları sizce bir tür ütopya mı, yoksa günümüzden bir kaçışın metaforu mu?


İkisi de diyebilirim. Günümüzün karmaşasından, doğaya, sadeliğe ve topluluk bağlarına dönüş arzusu var bu hikâyede. Ama aynı zamanda insanın yeni bir hayat kurma cesaretini de sorguluyor. O yüzden bu, bireysel bir ütopya kadar toplumsal bir eleştiri.



Vareg (Kiev) korsanları, hem tehdit hem de kültürel bir farklılık unsuru olarak sunuluyor. Bu karakterleri kurgularken amaçladığınız neydi?


Bir yandan düşman gibi gözükseler de bu korsanlar, kültürel etkileşimin bir parçası. İgor gibi karakterler aracılığıyla "öteki"nin karmaşık doğasını, dostluk ile tehdit arasındaki ince çizgiyi göstermek istedim.


Roman boyunca “dil” çok önemli bir rol oynuyor. Rumca konuşmalar, karakter isimlerinin değişimi, tarihsel dil uyumu… Bu dilsel çeşitliliği oluştururken nasıl bir süreçten geçtiniz?


Dilin bir kültür taşıyıcısı olduğunu göstermek istedim. Eski Rumca kelimeleri ve isimleri özenle seçtim. Ayrıca karakterlerin geçmişle uyumlanmak için isimlerini dönüştürmeleri, hem bir kimlik değişimini hem de o kültürle bütünleşmeyi anlatıyor.


Romanın edebi türü birden fazla yöne çekilebilir: Tarihi roman, bilimkurgu, macera, gençlik romanı… Siz yazarken hangi türü esas aldınız?


Gençlik romanı çatısı altında tarihi-fantastik ve bilimkurgu ögeleri harmanlamak istedim. Bir tür melezliği vardı romanın. Hedefim türlerin sınırlarını aşarak, duygu ve düşünceyi ön plana alan bir anlatım kurmaktı.


Son olarak, bu iki ciltlik roman serisi size yazarlık açısından neler kattı? En çok hangi sahneyi yazarken keyif aldınız ya da zorlandınız?


Yazarlık bana sabrı, karakterle empati kurmayı ve hayalin gücünü öğretti. En çok keyif aldığım sahneler, karakterlerin Bizans askerleriyle karşılaştığı anlar oldu. En zorlandığım bölüm ise zaman sıçramasını bilimsel ve edebi olarak ikna edici biçimde yazmaktı.





 

 
 
 

Comments


bottom of page