Joan Acocella’nın Halil Cibran hakkındaki etkileyici analizi, modern dünyanın bu zamansız yazarını ve onun en çok bilinen eseri Ermiş’i ele alıyor. Cibran’ın yaşamı, sanatı ve eserleri üzerinden derin bir yolculuk sunan bu yazı, onun edebi mirasını ve dünya çapındaki etkisini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Kafekültür, Cibran’ın 141. doğum gününde bu özel yazıyı sizlerle buluşturarak, bu büyük yazarın anısını yaşatmayı hedefliyor.
JOAN ACOCELLA Shakespeare’in tüm zamanların en çok satan şairi olduğu söyleniyor. İkincisi Lao-tzu. Üçüncüsü, bu listedeki yerini, uzak bir zamanda ve yerde kurgusal bir bilge adam tarafından vaaz olarak verilen yirmi altı düzyazı şiirden oluşan bir koleksiyon olan Ermiş adlı bir kitaba borçlu olan Halil Cibran’dır. 1923’te yayınlanmasından bu yana, Ermiş yalnızca Amerikan baskısında dokuz milyondan fazla kopya sattı. Brooklyn ve Yonkers’da Cibran adına devlet okulları var. Sayısız düğün ve cenazede Ermiş okunmuştur. Resim öğretmenlerinin eğitimi, cezai sorumluluğun belirlenmesi ve dış gebeliğe, uyku bozukluklarına ve oğlunuzun eşcinsel olduğu haberlerine dayanan kitap ve makalelerde alıntılanmıştır. Sözleri, evlilik danışmanları, kiropraktörler, öğrenme güçlüğü uzmanları ve yüz kremi reklamlarında ortaya çıkıyor.
Ermiş hızla başladı — ilk baskısını bir ayda sattı — ve sonra daha da hızlandı, ta ki 1960’larda satışları bazen haftada beş bin kopyaya ulaşana kadar. O on yılın İncil’iydi. Ancak kitabın popülaritesi tamamen hippilerin kapısına bırakılmamalıdır. Ermiş 1960’lardan çok önce bir hit oldu (Bunalım sırasında bile iyi para kazandı) ve o on yıldan sonraki satışlar hiçbir zaman sağlıklıdan daha az olmamıştı — neredeyse tamamen ağızdan ağıza olmasından dolayı daha etkileyici bir rekor. 1920’lerde kısa bir çaba dışında, Ermiş’in reklamı hiç yapılmadı.
Muhtemelen bu ticari başarının onuruna, Everyman’s Library şimdi oldukça kırmızı bir ciltleme ve yer imi için altın bir kurdele ile Kahlil Gibran: The Collected Works (27,50 $) çıkardı. Çoğu insan Cibran’ı yalnızca Ermiş’in yazarı olarak tanırken, dokuzu Arapça, sekizi İngilizce olmak üzere on yedi kitap yazdı. Everyman’s cildi, bu kitapların on ikisini içeriyor.
Eleştirmenler, 1931’deki ölümünden bu yana Cibran’a gösterdikleri ilgisizlikle onu hiç şüphesiz selamlayacaklardır. Yayıncısı Alfred A. Knopf bile onu fırçaladı. Knopf’a 1965’te Ermiş’in okuyucu kitlesinin kim olduğu sorulduğunda, hiçbir fikri olmadığını söyledi. “Bu bir tarikat olmalı,” dedi — Ermiş’in kırk yıldan fazla bir süredir nakit inek olduğu adamdan nankör bir yanıt. 1974’te şairin Halil Cibran adlı kuzeni ve karısı Jean, iyi bir biyografi yayınladı, Halil Cibran: Hayatı ve Dünyası. Sonra, 1998’de, eski Yunan edebiyatının çevirmeni Robin Waterfield’ın Ermiş: Halil Cibran’ın Hayatı ve Zamanları adlı daha kapsamlı bir araştırması geldi. Ancak bu kitaplardan ilki ortaya çıkana kadar — yani Cibran’ın ölümünden kırk üç yıl sonra — bu son derece etkili yazarın uygun bir biyografisi yoktu. Hem Waterfield hem de Cibranlar, edebiyatçıların konularına saygısızlığından şikayet ediyor — Waterfield bunu “katı yürekli sinizm” ile suçluyor — ancak ortaya çıkardıkları gerçekler onun itibarını artıracak nitelikte değildi.
Gerçek biyografilerin olmamasının bir nedeni, Cibran’ın hayatı hakkında çok az şey bilinmesiydi ve bunun nedeni, onun bilinmesini istememesiydi. Sağlam görünen bir nokta, 1883’te Lübnan’da, Bsharri adlı bir köyde doğmuş olmasıdır. O zamanlar Lübnan, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Suriye’nin bir parçasıydı. Cibran, kendi anlatımına göre düşünceli, duygulu bir çocuktu. İlk yıllarından itibaren sürekli çizdiğini söyledi — resim onun ilk sanat dalıydı ve uzun süre onun için yazı kadar önemliydi — ve doğayla iletişim kurduğunu belirtti. Bir fırtına geldiğinde, kıyafetlerini çıkarır ve coşkuyla sele akardı. Annesi Kamileh, başkalarının garip oğlunu rahat bırakmasını sağladı. “Bazen,” diye hatırlıyordu Cibran daha sonra, “içeri giren birine gülümserdi... Parmaklarını dudağına götürür ve ‘Sus. Burada değil.’ derdi.”
Cibran’ın babası iyi bir işçi değildi. Bir ceviz bahçesi vardı ama orada çalışmaktan hoşlanmıyordu. İçmeyi ve kumar oynamayı tercih ediyordu. Sonunda vergi tahsildarı olarak işe girdi, ancak zimmete para geçirmekten tutuklandı. Daha önce fakir olan aile şimdi yoksullaştı. 1895’te Kamileh, dört çocuğunu topladı — Butros, Halil (o zaman on iki yaşındaydı), Marianna ve Sultana — ve Amerika’ya yelken açtı. Boston’a, Güney Ucu’nda, çeşitli ülkelerden gelen göçmenlerle dolu sefil bir gettoya yerleştiler. (Bugün Boston’ın Çin Mahallesi’dir.) Kamileh, diğer birçok Suriyeli göçmen gibi seyyar satıcı oldu; kapı kapı dolaşarak sırtında taşıdığı sepetten dantel ve nevresim sattı. Bir yıl içinde, Butros’u bir bakkal dükkânı açmak için yeterli parayı bir kenara koymuştu. İki kız terzi olarak çalışmaya gönderildi; ne okumayı ne de yazmayı öğrendiler. Halil tek başına, masaya yemek koymaktan muaf tutuldu. İlk kez okula gitti.
Ayrıca yakındaki bir yerleşim evinde sanat derslerine kaydoldu ve öğretmeni aracılığıyla Fred Holland Day adında bir adama gönderildi. Avrupa’da bu dönem, “Dekadans” olarak bilinen bir sanat akımının yükseldiği bir zamandı. Madam Blavatsky’nin savunduğu teosofi popülerdi. İnsanlar seanslara katılıyor, uyuşturucuyla uğraşıyor ve Batı’yı küçümseyerek Doğu’yu daha ruhani buluyorlardı. Her şeyden önce, sanatı bir din gibi görmeye başlamışlardı. Otuz iki yaşındaki Day, bu hareketin Boston’daki lideriydi. Türban takıyor, nargile içiyor ve mum ışığında okuyordu. Ancak ciddi işler yapıyordu: İki sanat dergisi kurmuş ve zarif kitaplar yayımlayan bir yayınevinin ortağı olmuştu.
1896’da, Day’in dikkatini çeken on üç yaşındaki Cibran, kısa sürede Day’in öğrencisi ve asistanı oldu. Day, onu edebiyata ve özellikle romantik şairlere tanıttı. Cibran’ın yazı tarzı, bu edebi akımdan büyük ölçüde etkilendi. Day, ayrıca, Cibran’ı “Orta Doğulu bir prens” gibi görüyordu ve ona böyle davranıyordu. Bu rol, genç Cibran’a cazip geldi. Çok yakışıklı ve gizemli bir havası vardı.
Cibran, Day’in rehberliğinde hızlı bir şekilde edebi yeteneklerini geliştirdi ve Arap kültürü ile Batı kültürünü birleştiren eserler yazmaya başladı. Bu süreçte, yazılarına ve sanatsal ifade biçimlerine, hem doğu hem de batı dünyalarının izlerini yansıtmaya başladı. Day’in etkisiyle, Cibran, şiirlerinde mistik ve felsefi temalar işlemeye, insanın ruhsal ve manevi yönlerini keşfetmeye yöneldi. Ayrıca, onun edebi kariyerine olan katkıları, Cibran’ın dünya çapında tanınmasına zemin hazırladı.
Bu dönemde, Cibran’ın kişiliği de şekillendi. Day ile olan ilişkisi, sadece bir öğretmen-öğrenci bağından öteye geçti; ona bir baba figürü gibi yaklaştı ve Day’in tavsiyelerini sıkça dinledi. Day, Cibran’a Batı’daki büyük yazarların eserlerini okumasını önerdi, bunun yanında Batı sanatına olan ilgisini pekiştirdi. Cibran, zamanla hem Arap edebiyatının hem de Batı edebiyatının harmanlandığı özgün bir dil geliştirdi. Bu dönemin sonunda, Cibran’ın eserleri, hem doğu hem de batı kültürlerinin birleştiği bir köprü gibi görünmeye başladı.
Cibran, bu dönemin ardından, edebi kariyerinde büyük bir sıçrama yaparak, daha fazla bağımsızlık kazandı ve kendi sesini duyurabilmeye başladı. 1904 yılında New York’a yerleşerek burada daha özgür bir ortamda yazılarına devam etti. Kendine ait bir dil geliştirme çabaları, onu edebiyat dünyasında daha da görünür kıldı. Bu şehirde, sanatçı kimliğini tamamen benimsedi ve Batı’daki entelektüel çevrelerle de etkileşimde bulunarak daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmeye başladı.
Ancak, Cibran’ın yalnızlık arayışı, edebi yaşamının önemli bir parçasıydı. Bazen yalnızlık, ona ilham kaynağı oldu; şiirlerinde ve yazılarında yalnızlığın derinliğine, insan ruhunun yalnız kalma ihtiyacına dair derinlemesine analizler bulmak mümkündü. Cibran, toplumun dayattığı normlara karşı sürekli bir isyan içindeydi ve bu isyan, onun yazılarında bir özgürlük, bireyselcilik ve manevi bir arayış olarak kendini gösterdi.
Sanatında ve yaşamında, tıpkı Day’in ona sunduğu “prens” kimliği gibi, Cibran da kendini arayış içinde bir figür olarak görüyordu. Bu kimlik, ona hem özgürlüğün hem de yükümlülüklerin simgesi oldu. Kendini Arap dünyasında bir lider ya da aydın figürü olarak konumlandırmayı hedefledi; ancak Batı’daki sanat çevrelerinde de kendine bir yer edinmeye çalıştı. Sonuçta, hem doğu hem de batı kültürlerinden beslenen bir düşünür ve sanatçı olarak geniş bir etki alanı oluşturdu.
Cibran’ın edebi mirası, hem Batı hem de Arap dünyasında büyük bir etki bıraktı. Onun yazıları, sadece bir kültürün değil, birçok kültürün birleşiminden doğmuştu ve bu onun eserlerini evrensel kılmakla kalmayıp, aynı zamanda tüm insanlık için bir anlam taşıyan bir dil geliştirmesini sağladı. Bu, onun gerçek bir sanatçı ve düşünür olarak kabul edilmesinin en önemli nedenlerinden biriydi.
Cibran’ın 1910’lu yıllarda edebi dünyada kazandığı ün, onu sadece bir yazar olarak değil, aynı zamanda bir düşünür, bir filozof olarak da tanınmasını sağladı. Bu yıllarda yazdığı "The Prophet" (Ermiş) eseri, onun zirveye ulaşmasını sağlayan başyapıtlarından biri oldu. Eser, evrensel temalar üzerine kurulu bir anlatı sunuyor ve insanların duygusal, ruhsal ve manevi yaşamlarına dair derin bir anlayış sergiliyor. “Ermiş”, hem batılı hem de doğulu okuyucular tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı ve Cibran, yaşamı boyunca büyük bir okur kitlesi edindi.
Ancak bu süreç, onun içsel bir yalnızlık ve yalnızca yazıya odaklanmış bir yaşam sürmesine engel olamadı. Edebiyat dünyasında ve kişisel yaşamında yaptığı bu yoğun yolculuk, aynı zamanda onun sağlık problemleriyle yüzleşmesine neden oldu. 1931’de, yalnızca 48 yaşında, Cibran, hastalığı nedeniyle hayatını kaybetti. Fakat geriye bıraktığı eserler, onun düşünsel mirasını ve sanatını yaşatmaya devam etti.
Cibran’ın eserleri, hayatı boyunca birer kültürel köprü inşa etti ve iki farklı dünya arasında bir anlayış geliştirmeyi başardı. Hem Arap hem de Batı kültürlerinden beslenen bu eserler, zamanla çok daha geniş bir okur kitlesine hitap etti. Onun yazıları, sadece edebiyat çevrelerinde değil, aynı zamanda felsefe, sanat ve mistisizmle ilgilenenler arasında da geniş yankı uyandırdı. Cibran, hem yazdığı metinlerle hem de yaşadığı hayatla, insanlık tarihine bir damga vurdu ve nesiller boyu edebi ve düşünsel bir miras bıraktı.
O, doğunun mistik havasıyla batının bireysel özgürlük anlayışını harmanlayarak, kendine özgü bir dünya görüşü oluşturdu. Yazdığı her eserle, insanın en derin duygusal ve manevi yanlarını keşfetmeye ve anlatmaya çabaladı. Cibran, yazının gücüne inanarak, kelimelerle bir dünyayı inşa etti ve tüm insanlığa derin bir bakış açısı sundu.
Sonuçta, Cibran, yaşamı boyunca sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda bir yol gösterici, bir düşünür olarak da insanlara rehberlik etti. Onun öyküsü, hem kişisel hem de toplumsal düzeydeki büyük bir evrim, bir arayış ve son olarak, bir keşifti. Arap dünyasındaki kültürel devrimi ve Batı’daki edebi etkisiyle, Cibran, yalnızca bir edebiyatçı değil, bir kültürel ikon haline geldi.
Ve böylece, Halil Cibran’ın mirası, hem edebiyat dünyasında hem de halk arasında bir anıt gibi ayakta durmaya devam etmektedir. Hem yaşamı hem de eserleri, çok sayıda insana ilham verdi, vermeye de devam edecek.
#HalilCibran #Ermiş #Edebiyat #Şiir #Felsefe #DoğuBilgeliği #Kültür #Kitaplar #AnmaGünü #JoanAcocella #Kafekültür #CibranEtkinliği #DüşünceSanatı #Kitapseverler #EdebiyatTarihi #Yazarlık #EfsaneKitap #ErmişKitabı #FelsefiDüşünceler #KlasikEdebiyat #YeniÇağ #DoğuBatı #OkumaSevgisi #Bilgelik #CibranHayranları #AnlamlıSözler #ModernKlasikler #EdebiyatSever #TürkçeEdebiyat #6Ocak1883
Comments