Çanakkale Hatıraları: "Kaynaş Olmuş Yiten Canlar"*
- Kafekültür Yayıncılık
- 18 Mar
- 15 dakikada okunur

Çanakkale Savaşları, yalnızca askeri bir mücadele değil, aynı zamanda bir milletin bağımsızlık ve varoluş mücadelesinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu büyük destanı anlamak ve anlatmak, tarihe duyulan bir sorumluluk olduğu kadar, geleceğe bırakılan bir mirastır. Bugün, Çanakkale’ye duyduğu derin ilgiyi ve bu savaşın bilinmeyen yönlerini gün yüzüne çıkarmak amacıyla kaleme aldığı kitabı üzerine değerli bir söyleşi gerçekleştireceğiz yazar ve tarihçi KUBİLAY MEHMET GÜL ile. Savaşın insan hikâyeleriyle örülmüş yönlerini, araştırma sürecinde karşılaştığı zorlukları ve Çanakkale ruhunun günümüz Türkiye’sindeki yerini konuşacağız.
Çanakkale Savaşları’na olan ilginiz nasıl başladı?
Çanakkale, çocukluğumdan beri ilgimi çeken bir konuydu. Küçük yaşlardan itibaren tarih kitaplarına olan merakım ve özellikle Çanakkale Destanı’nın anlatıldığı hikâyeler beni derinden etkiledi. Üniversitede Tarih öğrenimi görmüş olmam bu savaşa olan ilgimi daha da pekiştirdi hiç şüphesiz. Çanakkale sadece bir savaş değil, aynı zamanda bir milletin birlik ve beraberlik içinde yazdığı bir kahramanlık destanıydı. Bu ruha duyduğum hayranlık, zamanla derinleşti ve sonunda bu kitabı yazma noktasına kadar geldi.
Bu kitabı yazmaya sizi ne motive etti?
Tarihin sadece rakamlardan ve olaylardan ibaret olmadığını, arkasında insan hikâyeleri barındırdığını düşündüm. Çanakkale Savaşları, birçok kahramanın fedakârlığına sahne olmuş, ancak bazı hikâyeler yeterince anlatılmamıştı. Bu kitabı yazarken amacım, bilinen büyük olayların yanı sıra, savaşın içindeki insan hikâyelerini, askerlerin yaşadığı zorlukları ve vatan sevgisinin nasıl bir destana dönüştüğünü gözler önüne sermekti. Okuyuculara sadece tarihi bir olay değil, aynı zamanda bir ruhu, bir inancı da anlatmak istedim.
Kendi geçmişiniz bu kitaba nasıl yansıdı?
Eğitim hayatım boyunca tarihe ve özellikle Çanakkale Savaşları’na olan ilgim hiç azalmadı. Araştırmalar yaparken ve kitapları okurken hep şunu düşündüm: Bu savaş sadece cephede kazanılmadı, geride kalanların duaları, fedakârlıkları ve o dönemin ruhu, bu zaferin temel taşlarından biriydi. Yazarken de bu duyguyu içimde hissettim. Belki de bu yüzden, kitabım sadece bir savaş anlatısı değil, aynı zamanda o dönemin insanlarının duygu dünyasına da ışık tutan bir eser oldu.

Kitapta yer verdiğiniz hatıralar hangi kaynaklara dayanıyor? Arşiv çalışmaları, sözlü tarih görüşmeleri ya da kişisel anlatılar gibi belirli bir yönteme mi dayandınız?
Kitabı yazarken birden fazla kaynaktan faydalandım. Öncelikle, Genelkurmay Başkanlığı’nın bu konuda yayınlanmış raporları, dönemin gazeteleri ve Çanakkale Savaşları’yla ilgili yayımlanmış akademik çalışmalar benim için önemli referans noktaları oldu.
Bunun yanı sıra, savaşın tanıkları olan gazilerin yazıya dökülmüş anıları, günlükler ve mektuplar da kitabın temel taşlarını oluşturdu. Böylece olayları sadece bir tarih anlatısı olarak değil, duygularıyla, yaşanmışlıklarıyla, insan hikâyeleriyle de aktarabilmeyi amaçladım.
Ayrıca, daha önce yayımlanmamış bazı kişisel anlatılara ulaşarak, savaşın bilinen yönlerinin dışında kalan, gözden kaçmış detayları da gün yüzüne çıkarmaya çalıştım. Çanakkale Savaşları’nın sadece bir cephe savaşı değil, aynı zamanda bir milletin ruhuyla kazandığı bir mücadele olduğunu göstermek istedim. Bu çeşitlilik, kitabın duygusal derinlik kazanmasını sağladı. Okuyuculara sadece tarihî gerçekleri değil, aynı zamanda savaşın insani yönünü de hissettirmeyi amaçladım.
Çanakkale cephesinde yaşananları anlatırken, sizi en çok etkileyen hikâye ya da anekdot neydi?
Çanakkale cephesi, binlerce kahramanlık hikâyesiyle dolu ama beni en çok etkileyen anekdotlardan biri, 57. Alay’ın fedakârlığı ve Mustafa Kemal’in onlara verdiği unutulmaz emir oldu: "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!"
Bu söz, savaşın ve o dönemin ruhunu tek bir cümlede özetliyor. 57. Alay, Conkbayırı’nda düşmanın ilerlemesini durdurmak için büyük bir özveriyle savaşmış ve neredeyse tamamen şehit düşmüştü. Onların gösterdiği fedakârlık, Türk milletinin vatan sevgisini ve mücadele ruhunu en güçlü şekilde ortaya koyan olaylardan biridir. İşte bu yüzden bugün bile, 57. Alay’ın hatırası yaşatılıyor ve onların kahramanlığı unutturulmuyor.
Bir başka beni derinden etkileyen olay ise düşmanla cephede kurulan insani bağlar. Çanakkale Savaşı, sadece kan ve barut kokusuyla dolu bir savaş değildi, aynı zamanda insanlık değerlerinin de ön planda olduğu bir mücadeleydi. Birçok hatıratta, Türk askerlerinin yaralı düşman askerlerine su verdiği, hatta siperden sipere sigara attığı anlatılır. Özellikle, bir Anzak askerinin hatıralarında geçen şu olay çok etkileyiciydi:
"Yaralı halde yerde yatıyordum. Açlık ve susuzluktan bitkin düşmüştüm. Tam ölümü beklerken, karşı siperden bir Türk askeri çıkıp bana su uzattı. Ona minnetle baktım ama konuşamıyordum. Başımı okşadı ve siperine geri döndü. O an anladım ki, savaşın içinde bile insanlık ölmemişti."

Bu olay, düşman olarak karşı karşıya gelen askerlerin bile, aynı acıyı paylaştıklarında birbirlerine merhamet gösterebildiklerini kanıtlıyor. Aynı şekilde, günlerce süren çatışmalardan sonra, Türk ve Anzak askerleri arasında kısa süreli ateşkes ilan edildiğinde, her iki tarafın askerleri birlikte yaralılarını toplayıp, siperlerde birbirleriyle sigara ve yiyecek paylaştılar. Düşmanın bile saygı duyduğu bir savaş ahlakı vardı.
Bir başka unutulmaz hikâye de, Nusrat Mayın Gemisi’nin ve Kaptan Yüzbaşı Hakkı Bey’in kahramanlığıdır. Nusrat’ın döktüğü mayınlar, savaşın kaderini değiştirmiş, düşmanın dev zırhlılarını boğazın sularına gömmüştü. Ancak bu operasyonu yöneten Kaptan Yüzbaşı Hakkı Bey, daha önce kalp rahatsızlığı geçirdiği halde bu kritik görevden çekilmemiş, mayınları başarıyla döşedikten sonra ikinci bir kalp kriziyle hayatını kaybetmişti. Onun fedakârlığı, Çanakkale’nin sadece silahla değil, imanla ve adanmışlıkla kazanıldığını gösteren en büyük kanıtlardan biridir.
Bu savaşın en önemli yönlerinden biri de, cephede mücadele eden askerlerin geride bıraktıkları mektuplar ve anılardır. Bir Türk askerinin ailesine yazdığı şu satırlar, Çanakkale ruhunu anlamak için yeterlidir:
"Sevgili annem, eğer şehit düşersem, üzülme. Bil ki, vatan için ölmek, en büyük şereftir. Beni merak etme, buradaki herkes kardeş gibi, tek yürek olduk. Şehit düşersem, bu vatan bana mezar olur, dualarınızı eksik etmeyin."
Bu tür anılar ve hatıralar, Çanakkale Savaşı’nın sadece askeri bir zafer olmadığını, aynı zamanda milletin iradesiyle, inancıyla ve fedakârlığıyla yazılmış bir destan olduğunu bize hatırlatıyor. Kitabımda da özellikle bu insani yönleri öne çıkarmaya çalıştım. Çünkü tarih, sadece rakamlardan ve savaş taktiklerinden ibaret değildir; o savaşın içinde yaşanan duygular, fedakârlıklar ve insanlık dersleri, bizi biz yapan en önemli unsurlardır.
Kaldı ki Çanakkale, yalnızca bir savaş değil, bir milletin yeniden doğuşudur. İşte bu yüzden, bu hikâyeleri anlatmak, onları gelecek nesillere aktarmak benim için büyük bir sorumluluk ve onur oldu.
Bu tür hikâyeler, Çanakkale Savaşı’nın sadece bir askerî mücadele olmadığını, aynı zamanda insanlık adına büyük dersler barındıran bir destan olduğunu gösteriyor. Kitabımı yazarken en çok bu tür insan hikâyelerine odaklanmak istedim çünkü Çanakkale ruhu, yalnızca zaferle değil, aynı zamanda bu büyük insanlık örnekleriyle de anılmalı.
Savaşın insan üzerindeki etkisini belki de en iyi hatıralar yansıtır. Sizce Çanakkale Savaşı, sadece bir askeri zafer mi, yoksa aynı zamanda bir insanlık dramı mı?
Çanakkale Savaşı, hiç şüphesiz askeri açıdan büyük bir zaferdir. Türk milletinin bağımsızlık uğruna verdiği en önemli mücadelelerden biri olarak tarihe geçmiştir. Ancak bu savaşı yalnızca stratejik bir başarı olarak görmek eksik olur. Çünkü Çanakkale, aynı zamanda tarihin en büyük insanlık dramlarından birinin yaşandığı bir sahnedir. Bu savaş, cephede yaşanan fedakârlıkların, umutların, kayıpların ve insanlık onurunun sınandığı bir trajedi olarak da hatırlanmalıdır.
Siperlerde açlık, susuzluk, hastalık ve ölümle mücadele eden askerler, bir yandan vatanı savunurken, diğer yandan insan ruhunun ne kadar güçlü ve dirençli olabileceğini göstermiştir. Siperlerin birkaç metre ötesinde, birbiriyle kıyasıya savaşan insanlar, bazen sadece birkaç dakika sonra birbirlerine merhamet eli uzatmışlardır. İşte Çanakkale'yi benzersiz kılan da budur: Savaşın en acımasız haliyle yaşandığı bir yerde, insanlığın tüm güzelliği de sergilenmiştir.
Çanakkale’de savaşan askerlerin günlükleri, mektupları ve anıları, yaşanan insanlık dramını en iyi şekilde ortaya koyar. Bir askerin yaralı halde annesine yazdığı son mektup, bir başka askerin ekmeğini düşmanına uzatışı, siperde aynı gökyüzüne bakan düşmanların ortak kaderi... Bunlar, savaşın sadece silahlarla değil, duygularla da yazılan yüzlerce hikâyesinden birkaçıdır.
Özellikle Anzak ve Türk askerleri arasındaki insani anlar, bu savaşın yalnızca bir cephe mücadelesi olmadığını kanıtlıyor. Birçok Anzak hatıratında, Türk askerlerinin yaralı düşmanlarına su verdiği, onları sırtlarında taşıdığı anlatılır. Bir Anzak askerinin anılarında geçen şu cümle beni derinden etkilemiştir:
"Çanakkale’de savaşan Türk askerleri, sadece cesaretleriyle değil, insanlıklarıyla da bizi şaşırttı. Bir gün siperlerimizin önünde yaralı yatarken, bir Türk askeri geldi ve cebinden çıkardığı ekmeği bana uzattı. O an, savaşın aslında ne kadar anlamsız olduğunu düşündüm. Karşımdaki de benim gibi bir insandı, ama bizi birbirimize düşman yapan bir şeyler vardı."
Bunun yanı sıra, Türk askerlerinin de yaşadığı tarifsiz acılar vardı. Siperlerde açlıkla, susuzlukla, hastalıklarla savaşan Mehmetçiklerin her biri, vatan uğruna şehadet şerbetini içmeye hazırdı. Bir Osmanlı subayının günlüğünde yazdığı şu satırlar, yaşananları en iyi özetleyen ifadelerden biridir:
"Kuru ekmeği suya batırarak yiyoruz. Açlık zorluyor, ama düşmandan bir karış toprak bırakmamak için gözümüzü bile kırpmıyoruz. Arkadaşlarımız birer birer şehit düşerken, biz hâlâ vatan için dimdik ayaktayız. Ölümle hayat arasındaki çizgide, tek dayanağımız imanımız ve vatan sevgimizdir."
Çanakkale, yalnızca bir savaş alanı değil, millet olma bilincinin en güçlü şekilde ortaya çıktığı bir destandır. O gün orada savaşan gençler, yalnızca bir cephe mücadelesi vermedi; aynı zamanda düşmanlarıyla bile paylaşmayı, onlara merhamet göstermeyi bildi. Bir yandan göğüs göğüse çarpışan bu insanlar, diğer yandan birbirlerine siperler arasından ekmek atıyor, susayanlara su uzatıyordu. İşte bu yüzden, Çanakkale sadece bir zafer değil, aynı zamanda insanlığın en büyük sınavlarından biridir.
Bu savaş, bizlere savaşın gerçek yüzünü, fedakârlığı, birlik olmanın gücünü, ama aynı zamanda savaşın getirdiği yıkımı ve kayıpları da gösteriyor. Binlerce genç, hayatlarının baharında toprağa düştü. Geride gözü yaşlı analar, babalar, eşler ve yetim çocuklar kaldı. Sadece Türk tarafında değil, Anzaklar, İngilizler ve Fransızlar da benzer acıları yaşadı.
Çanakkale'yi yalnızca bir askeri başarı olarak görmek, bu büyük destanın anlamını daraltmak olur. Bu savaş, hem bir kahramanlık destanı, hem de insanlık tarihinin en acı hikâyelerinden biridir. Bugün Çanakkale’de yatan her bir asker, hangi milletten olursa olsun, bizlere savaşın ne kadar büyük bir trajedi olduğunu hatırlatıyor. Ve bu yüzden Çanakkale, geçmişten ders çıkaran herkes için bir barış ve kardeşlik mesajı taşıyor.
Kitabı hazırlarken karşılaştığınız en büyük zorluk neydi? Özellikle belgelerin doğruluğu ve anlatıların güvenilirliği konusunda nasıl bir süreç izlediniz?
Bu kitabı yazarken karşılaştığım en büyük zorluklardan biri, kaynakların doğruluğunu ve güvenilirliğini sağlamak oldu. Çanakkale Savaşı gibi hem Türk hem de dünya tarihine damga vurmuş büyük bir savaş hakkında yazarken, doğal olarak pek çok farklı anlatı ve yorumla karşılaşıyorsunuz. Özellikle son yirmi iki yıldır bu konunun manipüle edildiğine ne yazık ki şahit oluyoruz. Resmî belgeler, günlükler, hatıralar ve sözlü tarih anlatımları birbirini tamamlayan unsurlar olsa da, bazı anlatılar zaman içinde değişmiş veya efsaneleşmiş olabiliyor. Bu nedenle, en büyük çabam, tarihi gerçekleri mümkün olduğunca doğru ve tarafsız bir şekilde yansıtmak oldu.
Bu konuda öncelikle almış olduğum eğitimin ve bilimsel tarihçiliğin bir gereği olarak , akademik çalışmalar benim için en önemli başvuru kaynaklarıydı. Türk ve yabancı tarihçilerin yaptığı akademik çalışmalar titizlikle inceledim. Ancak bu belgelerin dili bazen oldukça teknik ve karmaşık olabiliyordu, bu yüzden onları sadeleştirerek ve okuyucunun daha rahat anlayabileceği bir dille aktarmaya çalıştım.
Çanakkale Savaşı’nı birebir yaşamış gazilerin, komutanların ve cephede savaşan askerlerin hatıratları, savaşın insani boyutunu ortaya koyan en değerli kaynaklardan biriydi. Ancak, hatıralar ve tarih anlatıları her zaman kesin tarihi gerçeklerle birebir örtüşmeyebilir. Bu nedenle, anlatılan olayları mümkün olduğunca başka kaynaklarla da doğrulamaya çalıştım. Bir diğer zorluk ise, bazı anlatıların millî duygu ve kahramanlık teması etrafında şekillenmiş olmasıydı. Çanakkale, Türk milletinin en büyük zaferlerinden biri olduğu için, yıllar içinde anlatılar bazı efsanevi unsurlarla bezendi. Bu tür anlatılar elbette çok değerliydi, çünkü halkın hafızasındaki Çanakkale ruhunu yansıtıyordu. Ancak, tarihi gerçeklikten sapmadan, bu anlatıları nasıl dengeleyerek sunacağım konusu benim için büyük bir sorumluluktu. Bu noktada, gerçek olayları vurgularken, savaşın ruhunu ve askerlerin hissettiklerini en iyi şekilde aktarmaya çalıştım.
Ayrıca, farklı ülkelerin çeviri kaynaklarını da inceledim. Çanakkale sadece Türk askerlerinin değil, aynı zamanda İngiliz, Anzak, Fransız ve hatta Alman askerlerinin de yaşadığı büyük bir savaş alanıydı. O yüzden, savaşın farklı cephelerden nasıl göründüğünü anlamak için Anzak hatıratlarını inceledim. Bu çeşitlilik, savaşı sadece Türk tarafının gözünden değil, daha geniş bir perspektifle değerlendirmemi sağladı.
Son olarak, kitapta yer verdiğim her anlatının bir belgeye veya güvenilir bir kaynağa dayanmasına özen gösterdim. Şüpheli veya doğruluğundan emin olmadığım bilgileri kullanmaktan kaçındım ya da bunları okuyucuya "Bu olay, bazı hatıralarda böyle anlatılıyor" şeklinde sunarak açık ve şeffaf olmaya çalıştım. Çünkü tarih yazarlığında en önemli şey, okuyucuya güven vermek ve yanlış bilgi aktarımından kaçınmaktır.
Özetle, bu kitabı hazırlarken en büyük zorluk, anlatılan olayların tarihi gerçekliğini koruyarak, duyguyu ve atmosferi de bozmadan yansıtabilmekti. Çanakkale’nin ruhunu hissettirmek için büyük bir titizlikle çalıştım. Bu süreç, zorlu ama bir o kadar da öğretici ve heyecan verici bir yolculuktu.
Bugünün Türkiye’sinde Çanakkale ruhu sizce nasıl bir anlam taşıyor? Tarihsel mirasın günümüz toplumu üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çanakkale ruhu, yalnızca geçmişte kazanılmış bir savaşın hatırası değil, bugün de Türkiye’nin milli bilincini şekillendiren en önemli miraslardan biridir. Bu ruh, bir milletin en zor şartlarda bile bağımsızlığı ve vatanı için nasıl kenetlenebildiğini gösteren eşsiz bir örnektir. Çanakkale Zaferi, yalnızca askeri bir başarı değil, aynı zamanda Türk milletinin kaderini değiştiren ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan en önemli dönüm noktalarından biridir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı, toprak kayıplarının arttığı ve milletin umutsuzluğa kapıldığı bir dönemde, Çanakkale cephesinde gösterilen mücadele, Türk milletinin hala güçlü, dirayetli ve bağımsızlık aşkıyla dolu olduğunu tüm dünyaya kanıtlamıştır. Çanakkale’de omuz omuza savaşan askerler, farklı bölgelerden, farklı kökenlerden gelmiş olmalarına rağmen, aynı vatan toprağını savunmak için birlik olmuş, bu savaş milli kimliğin güçlenmesine büyük katkı sağlamıştır. Sadece Türkler değil, Kürtler, Lazlar, Çerkesler, Araplar ve daha birçok farklı etnik kökenden insan, aynı siperde düşmana karşı birlikte mücadele etmiştir. Bu da Çanakkale’yi, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberlik temelinin atıldığı bir savaş haline getirmiştir.
Çanakkale Zaferi’nin en önemli sonuçlarından biri de Mustafa Kemal Atatürk’ün liderlik dehasının ve askeri yeteneğinin ortaya çıkmasıdır. O güne kadar Osmanlı ordusunda yetenekli bir subay olarak bilinen Mustafa Kemal, özellikle Anafartalar, Conkbayırı ve Arıburnu’nda gösterdiği üstün komutanlık becerileriyle yalnızca Türk halkının değil, düşman komutanlarının da dikkatini çekmiştir. Onun verdiği stratejik kararlar ve askerlere verdiği ünlü emir, “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum,” Çanakkale ruhunun en güçlü ifadesidir. Burada kazandığı prestij ve halk üzerindeki etkisi, onu daha sonra Milli Mücadele’nin lideri haline getirmiştir.
Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı’na giden yolun başlangıcıdır. Çanakkale’de emperyalist devletlere karşı kazanılan bu zafer, halkın özgüvenini pekiştirmiş, “Biz bu vatanı savunabiliriz” düşüncesini yerleştirmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış olsa da, Çanakkale’de savaşan nesil, birkaç yıl sonra Kurtuluş Savaşı’nda aynı inanç ve azimle yeniden ayağa kalkmıştır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, Çanakkale’de yazılan destanın mirası üzerine kurulmuştur. Başka bir deyişle Çanakkale Kurtuluş Savaşı ve onun bir sonucu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözüdür.
Günümüzde Çanakkale ruhu, yalnızca geçmişte kazanılmış bir zaferin hatırlanması değil, aynı zamanda milli birlik, fedakârlık ve bağımsızlık mücadelesinin canlı tutulması anlamına gelir. Bugün farklı alanlarda, ekonomik, siyasi ve kültürel mücadeleler verilirken, Çanakkale’deki dayanışma ve azim bize ilham vermeye devam etmektedir. Çünkü Çanakkale, sadece savaş meydanında değil, her alanda mücadele etmek gerektiğini öğreten bir ruhtur. O gün Çanakkale’yi geçilmez kılan irade, bugün Türkiye’yi güçlü ve bağımsız bir ülke olarak ayakta tutan iradenin aynısıdır.
Öte yandan, Çanakkale Savaşı, insanlık açısından da büyük bir ders niteliğindedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Anzak annelerine yazdığı mektup, bu savaşın yalnızca bir çatışma olmadığını, aynı zamanda insanlığın ortak acılar yaşadığı bir dönem olduğunu gösterir. “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar, burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz” sözleri, savaşın acılarını ve barışın önemini en iyi şekilde ifade eder.
Bugün Çanakkale’yi anlamak, geçmişi hatırlamak değil, geleceğe daha bilinçli bakmak demektir. Çanakkale ruhu, bu toprakların bedelinin ağır olduğunu, bağımsızlığın kolay kazanılmadığını ve bir milletin ancak birlik içinde hareket ettiğinde güçlü olabileceğini bize hatırlatır. Bu ruhu yaşatmak, yalnızca tarih kitaplarında anlatılan bir zaferi anmak değil, Türkiye’nin geleceğini şekillendiren en önemli değerleri korumak anlamına gelir. Çanakkale, geçmişte kazanılmış bir savaş olmanın ötesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık sebebi ve yol gösterici ışığıdır diyorum.

Son olarak, Çanakkale üzerine okumalar yapmak isteyen okurlara hangi kaynakları önerirsiniz? Hem akademik hem de edebi açıdan önerileriniz neler olur?
Çanakkale üzerine okumalar yapmak isteyen okurlar için hem akademik hem de edebi açıdan oldukça değerli eserler bulunmaktadır. Bu alanda hem savaşın stratejik boyutunu anlamak isteyenlere hem de insani yönünü keşfetmek isteyenlere hitap eden kaynaklar mevcuttur.
Öncelikle, akademik ve tarihsel kaynaklar açısından Çanakkale Savaşı’nı derinlemesine inceleyen birkaç önemli kitap önererek başlayalım. Prof. Dr. Ahmet Yaramış ve Prof. Dr. Edward J. Erickson gibi tarihçilerin çalışmaları, Çanakkale’nin askeri yönünü ve savaş stratejilerini ayrıntılı bir şekilde ele alır. Özellikle, Edward J. Erickson’ın "Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War" adlı kitabı, Osmanlı ordusunun I. Dünya Savaşı’ndaki durumunu ve Çanakkale’nin önemini analiz eden önemli bir eserdir.
Bunun dışında, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın "Atatürk ve Demokratik Türkiye" adlı kitabı, Çanakkale’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna nasıl zemin hazırladığını anlamak açısından değerlidir. Turgut Özakman’ın "Diriliş: Çanakkale 1915" adlı kitabı ise hem akademik hem de edebi yönü güçlü bir eser olarak, dönemin ruhunu ve savaşın Türk milletinin kaderi üzerindeki etkisini anlatan önemli kaynaklardan biridir.
Eğer sözlü tarih ve hatıralara dayalı kitaplar ilginizi çekiyorsa, Mehmet Niyazi’nin "Çanakkale Mahşeri" adlı kitabı mutlaka okunması gereken eserler arasındadır. Yazar, savaşın gerçek hikâyelerini roman diliyle ama belgelere dayalı olarak anlatır. Benzer şekilde, Erol Mütercimler’in "Gelibolu 1915" adlı kitabı, savaşın hem Türk hem de karşı tarafın perspektifinden nasıl yaşandığını anlamak açısından kapsamlı bir eserdir.
Yabancı kaynaklar açısından, Çanakkale Savaşı’nı farklı bir bakış açısıyla değerlendiren eserler arasında Peter Hart’ın "Gallipoli" (Gelibolu) adlı kitabı dikkat çekicidir. Bu kitap, savaşın İngiliz ve Anzak tarafındaki etkilerini detaylandırarak, özellikle karşı cepheden bakıldığında nasıl bir insanlık dramı yaşandığını gözler önüne serer. Benzer şekilde, Les Carlyon’un "Gallipoli" adlı kitabı, Avustralya ve Yeni Zelandalı askerlerin gözünden Çanakkale cephesini anlatan en kapsamlı eserlerden biridir.
Edebi eserler açısından, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun "Yaban" adlı romanı, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı döneminde Anadolu insanının yaşadığı derin kırılmaları gözler önüne seren etkileyici bir yapıttır. Fahri Celal Göktulga’nın "Çanakkale’den Sonra" adlı eseri, savaşın Anadolu üzerindeki etkilerini anlatan önemli romanlardan biridir. Yine Nuriye Yiğitler’in “Çanakkale Çocukları” adlı romanı bu konuda yazılmış önemli bir eserdir.
Şiir sevenler için Mehmet Akif Ersoy’un "Çanakkale Şehitlerine" adlı şiiri, savaşın duygusal ve manevi yönünü en etkileyici şekilde anlatan eserlerden biridir. Benzer şekilde, Necmettin Halil Onan’ın "Bir Yolcuya" adlı şiiri, Çanakkale’nin vatan için ne ifade ettiğini en güçlü dizelerle anlatan eserlerden biri olarak öne çıkar.
Son olarak, Çanakkale’yi daha yakından anlamak isteyenler için T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Çanakkale Savaşları ile ilgili yayımladığı arşiv belgeleri ve dijital kaynaklar oldukça değerlidir. Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi ve Harp Tarihi Müzesi’nin kaynakları, savaşın haritaları, komuta zinciri, günlükler ve belgeler açısından oldukça zengin bir içerik sunmaktadır.
Özetle, Çanakkale üzerine okumalar yapmak isteyenler için hem akademik hem de edebi açıdan birçok önemli kaynak bulunmaktadır. Tarih, hatıralar, edebiyat ve şiir aracılığıyla bu destanı daha derinlemesine anlamak mümkündür. Okuyucuların ilgi alanlarına göre seçebileceği bu kaynaklar, Çanakkale’yi sadece bir savaş olarak değil, bir milletin var oluş mücadelesinin en önemli dönüm noktalarından biri olarak anlamalarına yardımcı olacaktır.
Celal Erikan’ın “Çanakkale Savaşları” adlı kitabı, savaşın stratejik boyutlarını ayrıntılarıyla ele alan kapsamlı bir eserdir. Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” (Mustafa Kemal Atatürk) Cilt 1 adlı kitabı ise Çanakkale Savaşı’ndaki Mustafa Kemal’in rolünü ve savaşın onun liderlik yolculuğundaki etkisini ele alır. Bunun yanı sıra, Eugene Rogan’ın “Osmanlı'nın Çöküşü” adlı çalışması, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın genel durumunu ve Çanakkale cephesinin önemini uluslararası bir bağlamda ele almaktadır.
Çanakkale’nin askeri yönünü Osmanlı ordusu açısından değerlendiren en önemli eserlerden biri Edward J. Erickson’ın Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War ("Ölmek İçin Emir: Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusunun Tarihi") adlı kitabıdır. Osmanlı komuta kademesinin savaş sırasındaki stratejilerini inceleyen bu eser, savaşın Osmanlı Devleti için ne ifade ettiğini anlamak açısından oldukça değerlidir. Yabancı tarihçilerin perspektifinden Çanakkale’ye bakmak isteyenler için Robert Rhodes James’in Gallipoli ve Tim Travers’ın Gallipoli 1915 ("Gelibolu 1915" ) adlı kitapları, özellikle İtilaf Devletleri açısından savaşın nasıl yönetildiğini analiz etmektedir. Çanakkale Savaşı’nı anlamanın en iyi yollarından biri de savaş sırasında yazılmış hatırat ve günlükleri incelemektir. Rupert Brooke’un “ Çanakkale Günlükleri”, savaşın bireysel deneyimler üzerindeki etkisini gözler önüne sererken, Osmanlı Genelkurmayı tarafından hazırlanan Harp Cerideleri (Savaş Günlükleri), savaşın resmi kayıtlarını içeren önemli bir birincil kaynaktır. Ali Rıza Berkmen’in “Çanakkale Savaşında 27. Alay ve Mustafa Kemal” adlı eseri, Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolünü ayrıntılı bir şekilde ele alırken, General Sir Ian Hamilton’un “Gallipoli Diary” ("Gelibolu Günlüğü") adlı hatıratı, İngiliz komutanın savaş sırasında aldığı kararları ve yaşadığı zorlukları anlatmaktadır.
Bunların dışında Çanakkale’yi edebi açıdan anlamak isteyenler için de pek çok eser bulunmaktadır. Mehmet Niyazi’nin “Çanakkale Mahşeri”, savaşı roman diliyle anlatan ama belgelere dayalı bir kurguyla işleyen en önemli eserlerden biridir. Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Çanakkale Askerine Dair Hikâyeler” adlı kitabı, savaş sırasında yaşanan bireysel kahramanlık öykülerine yer verirken, Taylan Kara’nın “Çanakkale’ye Gitmek” adlı romanı, günümüz insanının Çanakkale’yi anlama sürecini ele almaktadır.
Görsel kaynaklar ve dijital arşivler de Çanakkale’yi anlamak açısından oldukça değerlidir. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın arşivleri, Çanakkale Savaşları’na dair belgeleri, haritaları ve fotoğrafları içeren önemli bir dijital kaynaktır. Ayrıca, Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi ve Harp Tarihi Müzesi, savaşın yaşandığı alanları birebir görmek ve gerçek hikâyeleri yerinde öğrenmek isteyenler için mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerler arasındadır.
Tüm bu kaynaklar, Çanakkale Savaşı’nı farklı yönleriyle ele alarak hem tarihsel gerçekleri hem de insani boyutları derinlemesine anlamamıza yardımcı olmaktadır. Çanakkale’yi yalnızca bir savaş olarak değil, bir milletin varoluş mücadelesinin en önemli dönüm noktalarından biri olarak görmek için bu eserler mutlaka okunmalı ve araştırılmalıdır.
Sami Paşazade Sezai’nin “Çanakkale’den Mektuplar” adlı eseri, cephedeki askerlerin yazdığı mektupları derleyerek savaşın günlük yaşama etkilerini yansıtan önemli bir kaynak sunuyor.
Çanakkale’yi edebi açıdan ele alan eserler arasında Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Çanakkale Askerine Dair Hikâyeler” adlı kitabı, savaşın kahramanlık ve dram dolu yönlerini edebi bir dille anlatıyor. Adnan Özyalçıner’in “Mehmet Akif ve Çanakkale Şehitlerine” adlı kitabı, Mehmet Akif Ersoy’un ünlü şiirinin etrafında gelişen anlatıları ve yorumları inceliyor. Feridun Andaç’ın “Çanakkale: Destan ve Gerçek” adlı çalışması, Çanakkale üzerine yazılmış farklı anlatıları, şiirleri ve romanları bir araya getirirken, Sinan Meydan’ın “Çanakkale Savaşları ve Atatürk” adlı kitabı, savaşın tarihsel sürecini ve Mustafa Kemal’in oynadığı kritik rolü detaylandırıyor. Çanakkale’ye farklı bir perspektiften bakmak isteyenler için Jean Bou’nun “The Ottoman Defence Against the Anzac Landing” ("Osmanlı'nın Anzak Çıkarmasına Karşı Savunması") adlı kitabı, Anzak askerlerinin gözünden savaşı ele alan değerli bir çalışma niteliği taşıyor.
Çanakkale Savaşı’nı görsel ve dijital kaynaklar aracılığıyla deneyimlemek isteyenler için T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Arşivi, savaşın belgelerini, haritalarını ve fotoğraflarını içeren geniş bir dijital veri kaynağı sunuyor. Tolga Örnek’in Gelibolu adlı 2005 yapımı belgeseli, savaşın hem Osmanlı hem de İtilaf Devletleri açısından nasıl yaşandığını belgesel diliyle ele alırken, Peter Weir’in 1981 yapımı Gallipoli adlı filmi, Avustralyalı askerlerin gözünden savaşın nasıl bir trajediye dönüştüğünü anlatıyor. Bu kaynaklar, Çanakkale Savaşı’nı akademik, tarihsel, edebi ve görsel yönleriyle keşfetmek isteyenler için kapsamlı bir rehber oluşturuyor. Savaşın yalnızca askeri bir başarı değil, aynı zamanda milletin kimliğinin ve bağımsızlık ruhunun şekillendiği bir dönüm noktası olduğunu anlamak için bu eserler mutlaka incelenmeli. Çanakkale, geçmişte kazanılan bir zafer olmanın ötesinde, bugün ve gelecek için güçlü bir ders niteliği taşıyor.
Sayısız esere konu olan Çanakkale Savaşıyla ilgili olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk adlı eserini de anmadan geçmeyelim. Nutuk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecini ve Milli Mücadele’yi anlatan en önemli tarihsel belgelerden biridir. 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Partisi'nin II. Büyük Kongresi’nde Atatürk tarafından okunan Nutuk, 1919’dan başlayarak 1927’ye kadar geçen süreci, yani Osmanlı’nın çöküşü, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamalarını kapsamlı bir şekilde ele alır.
Nutuk’ta Çanakkale Savaşı doğrudan uzun uzun anlatılmasa da, savaşın ilerleyen yıllarda Atatürk’ün liderliğine giden yolda önemli bir basamak olduğu görülmektedir. Çanakkale’de gösterdiği askeri başarı ve liderlik, hem Osmanlı ordusu içinde hem de halk nezdinde onu ön plana çıkarmış, daha sonra Milli Mücadele’nin lideri olarak kabul edilmesine büyük katkı sağlamıştır.
Çanakkale Savaşı, Nutuk’ta dolaylı olarak Kurtuluş Savaşı’nın ve bağımsızlık ruhunun temel taşlarından biri olarak değerlendirilebilir. Atatürk’ün Çanakkale’de kazandığı tecrübeler, savaş stratejisi, disiplin anlayışı ve askerî öngörüsü, ilerleyen yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın yönetilmesinde büyük bir rol oynamıştır. Çanakkale Zaferi’nin Atatürk açısından taşıdığı anlamı en iyi ifade eden sözlerinden biri şudur: “Çanakkale muharebeleri, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
Bu söz, Atatürk’ün Çanakkale Zaferi’nin yalnızca askeri bir başarı olmadığını, aynı zamanda Türk milletinin bağımsızlık ruhunun bir göstergesi olduğunu vurguladığını gösterir. Dolayısıyla, Çanakkale Savaşı’nı ve Atatürk’ün bu savaştaki rolünü anlamak isteyenlerin Nutuk’u okuması, onun düşünce dünyasını, liderlik anlayışını ve Milli Mücadele’ye giden yolda Çanakkale’nin nasıl bir öneme sahip olduğunu kavramaları açısından büyük önem taşımaktadır.
*Bülent Ecevit'in Çanakkale şiirinden.
Comments