Suç kavramı, insanlığın varoluşu kadar eski ve karmaşık bir olgu. Sosyoloji eğitimi almış olan Aycan Türk, bu karmaşayı anlamak ve açıklamak amacıyla "Suç Ansiklopedisi"ni kaleme almıştı 2013 yılında. Türk, bu eseriyle, Türkçede bu alanda bir ilki gerçekleştirdi. Suçun toplumsal bağlamda nasıl şekillendiğini ve bireylerin suç işleme motivasyonlarını derinlemesine inceleyen Aycan Türk ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, suç ve ceza kavramlarının toplumsal dinamikleri nasıl etkilediğini anlamak açısından önemli bir bakış açısı sunuyor. Sorularımız, suç sosyolojisi üzerine düşüncelerini ve günümüzdeki suç algısını aydınlatmayı hedefliyor. İşte, Aycan Türk ile gerçekleştirdiğimiz bu ilginç ve kapsamlı söyleşi.
"Suç Ansiklopedisi" fikri nasıl doğdu? Suç kavramını ansiklopedik bir şekilde ele alma ihtiyacını ne tetikledi?
Sosyoloji mezunuyum ve okuldayken de suçluların ve suçun sosyolojisi üzerine dersler alıyorduk. O zaman ilgimi çekmeye başladı bu konu. Aslında polisiyeyi her zaman çok sevmiştim ama suç işlemenin genetik ve toplumsal bazı kodları olduğu hipoteziyle tanışınca konu iyice radarıma girdi. Herkesin suça meyilli olmaması ve bazı insanların neden suça meyilli olabileceği konuları çok ilgimi çekiyor. Bu da oturup konu üzerinde ciddi ciddi araştırmalar yapmama yol açtı ve Suç Ansiklopedisi doğdu. Halen de suç konulu film, dizi ve kitaplara düşkünüm. Başka tür ilgimi çekmiyor neredeyse.
Sosyolojik açıdan suçu nasıl tanımlarsınız? Toplumsal yapı ve suç arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlikle suçun çok ciddi ilişkisi var. Dezavantajlı kesimlerin, ihmal edilmiş bireylerin ve ekonomik açıdan güçsüz insanların suça bulaşma olasılıkları daha yüksek. Ekonomik imkansızlık, insanların temel ihtiyaçlarını gidermek için farklı alternatiflere yönelmelerine neden olur. Hırsızlık, illegal ticaret, bedenini veya organını satma gibi yollara itebilir. Kimse bunları yapmayı canı gönülden istemez, ama mecbur kalabilir. Bazıları ise bu yolla çok zengin olabilir. Suç işleyerek hayatını ve servetini kazanan insanlar var. Suç insana mahsus bir şey. İnsan da toplumun parçası. Tek başına yaşayan bireyin yapacağı hiçbir şeyin suç olduğunu iddia edemeyiz. Sonuçta suçun tanımı: Törelere ve ahlak kurallarına aykırı davranış. Töre de bir grup insanın bir arada yaşamak için koyduğu kuralları kapsadığına göre, toplumsallık olmadan suç vardır diyemiyoruz.
Eserinizde hangi suç tipleri toplumsal bağlamda daha fazla yer buluyor? Günümüz toplumunda en çok gözlemlenen suç tipleri nelerdir?
Kendi ilgi alanım olan, cinayet, cinayete teşebbüs ve seri katilleri detaylı inceledim. Bazı araştırmalar seri katillerin beyin yapılarının diğer insanlardan farklı olabileceğini gösteriyor. Biyolojik olarak suça meyilli olmak demek bu aslında. Suçluların frontal lob, amigdala ve limbik sistem gibi beyin bölgelerinde, diğer insanlara kıyasla belirli farklılıklar gözlemlenmiş. Bu bölgeler, karar verme, empati ve duygusal düzenleme gibi işlevlerle ilişkili.
Sinir bilimci Jim Fallon, seri katillerin beyin yapıları üzerine yaptığı çalışmalarda, bu kişilerin beyinlerinde belirli yapısal ve işlevsel farklılıklar olduğunu bulmuş. Ancak, bu farklılıkların her zaman bir kişinin seri katil olacağı anlamına gelmediğini de belirtmekte fayda var. Genetik yapı, beyin fonksiyonları ve çocukluk döneminde yaşanan travmalar gibi faktörler bu duruma katkıda bulunabiliyor.
Bir de tabii suçlu bir ailede büyümek suça meyilli olmayı sağlayabilir. Büyüklerini örnek almak veya başka meslek yapan bireyleri hiç tanımamış olmak, kişiyi suçlu yapabilir ama kişi, doğruyu yanlışı ayırabiliyorsa suça bulaşmadan da suçlu bir ailede büyüyebilir. Bunlarla ilgili örnekleri filmlerde ve dizilerde görmüşsünüzdür. Ailesinin yaptığını tasvip etmeyen gençler, aile arasında hiç sevilmez ve oradan kaçmanın yolunu arar. Bu fenomen gerçektir.
Günümüzde toplumumuzun en çok gözlemlediği suç türü ise sanırım cinayet filan değil. Organize suç ve nitelikli dolandırıcılık. Kısa zamanda zengin olan insanların hiçbirinin bileğinin hakkıyla onca servete kavuştuğunu düşünmüyoruz sanırım. Bunu düşünecek kadar saf yok aramızda artık. Kalmadı. Suçluları öve öve hepimizin masumiyetini ve saflığını çaldılar bence ve yeni nesil, bu insanlar gibi olmak istiyor. “Bedel ödemeden veyahut da değecek bir bedel ödeyerek”(!) zengin olmak istiyor. Bunun için kimseye kızamayız.
Toplumların gelişmişlik düzeyi ve suç oranları arasında nasıl bir ilişki olduğunu düşünüyorsunuz? Sosyolojik gelişmeler suç oranlarını nasıl etkiliyor?
Negatif bir korelasyon olduğunu yapılan araştırmalar ve istatistikler de gösteriyor. İskandinav ülkelerinde suç oranı o kadar düşüktür ki evinizin kapısını açık bırakıp tatile gitseniz döndüğünüzde evinizi bıraktığınız gibi bulursunuz hatta komşunuz bir vatandaşlık bilinciyle sizi veya polisi arayarak konuya sizin lehinize müdahale eder. Eğitim ve refah düzeyi yüksek toplumlarda suç işlemeye ihtiyaç olmuyor galiba. Her şeye sahip insanlar neden suç işlesin? Zevkine mi? Psikopatlıktan mı? Bunun örneklerini gördük. Norveç’te ve Yeni Zelanda’da toplu saldırılar düzenleyen manyaklar gördük. Fakat bu insanların motivasyonları, alacak için adam vurandan, ev geçindirmek için hırsızlık yapandan farklı. Bu insanları ortalama suçlular potasına koymamalıyız.
Suç ve ceza kavramlarına dair tarihsel değişimler nelerdir? Günümüz adalet sistemleri bu değişimlerden nasıl etkilenmiştir?
Suçun karşılığında ceza verme kavramı insanın varoluşundan beri var. İnsanın adalet duygusunun bir tezahürü. Kısasa kısas. Medeniyet ilerledikçe formu değişti. Toplumlar, yüzyıllar içinde yaptıkları fenalıklardan ders çıkara çıkara medenileştiler ve her konuya daha medeni çözüm buldular. Barbarlık geride kaldı. Cinayetin cezası idam değil veya hırsızlığın cezası elleri kesmek, zinanın cezası hadım değil. Toplumlar, toplumsal bilimlerin de gelişimiyle birlikte kendilerini ve bireylerini daha iyi tanıdılar ve suça ilişkin doğru cezanın ne olduğu konusunda daha isabetli fikirlere sahipler. Örneğin, kabahatler kanunundan ceza kesilmiş birisi için en ideal suçun kamu hizmeti olduğunu öğrenecek kadar yol kat ettik insanlık olarak. Ama tabii adalet mekanizması her zaman böyle ideal koşullarda işlemiyor. Adaleti işletenin de insan olduğu ve muhakeme yeteneğinin bazen yetersiz kalabileceği veya vicdan pusulasını kaybedebileceği unutulmamalı. Bazı suçların cezasız kalması veya hak edilen cezayı almaması bunlardan kaynaklanıyor. Bu da toplumun vicdanını yaralıyor. Hakimlerin toplumsal vicdan denen kavramı çok iyi bilmesi ve kendi toplumlarını çok iyi tanıması lazım.
Modern teknolojinin gelişimiyle birlikte suç biçimlerinde nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz? Özellikle dijital suçlar toplumsal dinamikleri nasıl etkiliyor?
Dijital suçlar deyince aklıma ilk gelen, özel hayatın gizliliğinin ortadan kalkması. Bence insanların bugün karşılaştığı en büyük tehdit bu. Kendi rızamızla her şeyimizi ortaya döküyoruz ama sonrasında neler olabileceğini hesaplayamıyoruz. Bu da bazı kötü niyetli insanlar için fırsata dönüşüyor. Özel hayatımızın gizli kalması gereken kısımları etrafa saçılıyor; hiç tanımadığımız insanların hakaretine, linçlerine maruz kalıyoruz. Bu çok ciddi bir suç ve çok korkutucu. Sosyal medyanın en kötü tarafı bu. Eskiden ünlü olmak çok cazipti, ama sanırım şu an gizli kalmak lüks. İnternete adınızı yazdığınızda karşınıza bir şey çıkmıyorsa gerçekten şanslısınız.
Tabii bu durum kötü niyetli olmayan kişileri de yoldan çıkarabiliyor. Gıcık olduğunuz birisinden intikam almak için en basit, kolay ve ucuz araca dönüşebiliyor dijital dünya. Herkesin erişimine açık, her yaştan ve kültür seviyesinden insanın kolayca kullanabileceği bir silah. Ürkütücü. Bir silahı bilen birinin kullanması farklı, bilmeyen birinin kullanması farklı. Aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun daha iyi.
Suç işleyen bireylerin sosyolojik profili hakkında ne söyleyebilirsiniz? Suça yönelimin arkasındaki sosyal ve ekonomik faktörler nelerdir?
Suçluların demografik ve sosyolojik profillerini incelediğimizde bazı belirli paternler görüyoruz. Düşük eğitim ve kültür seviyesi, ekonomik imkansızlıklar, parçalanmış veya sorunlu aileler gibi. Az önce de belirttiğim gibi doğrudan ilgisi var ama her patern de suça dönecek diye bir şey yok. Azınlık Raporu filmindeki gibi, suçu önceden belirleyip önleyeceğiz diye, suçlularla aynı profilleri paylaşan insanları alıp tutuklasak çok saçma olurdu. Kar beyazdır ama her beyaz kar değildir yani.
Son bir ayda Türkiye'de yaşanan Narin cinayeti gibi olaylar, toplumun suç algısını nasıl şekillendiriyor? Bu tür olayların toplumsal etkileri üzerine ne düşünüyorsunuz?
Bence bunlar hep yaşanıyordu da sosyal medya, internet gibi daha özgür ve anlık haber alma platformları sayesinde bunları daha sık duyar olduk. Toplum da bunu dejenere olmak, ahlak yapısının bozulması olarak algılıyor ama aslında öyle değil. Dünya üzerinde başka ülkelerde de, üstelik gelişmiş ve refah düzey yüksek ülkelerde bile böyle korkunç olaylar oluyor. Josef Fritzl vakasını eminim hatırlayanlar olacaktır. Avusturyalı sapık baba. Kızını evinin bodrumuna kilitleyip yıllarca tecavüz etti ve kendi kızından çocuğu/torunu oldu. Bunlardan bahsetmek çok ürkütücü biliyorum, ama bu tür korkunç şeyler her yerde oluyor. Genelde küçük yerleşim yerlerinde yaşanıyor böyle şeyler. Tüm kasabalı gerçeği bilir, ama kimse konuşmaz. Bunların hakkında korku/gerilim filmleri bile yapılıyor. Narin olayının yaşandığı köy de başlı başına bir vaka ve oradan inanılmaz ürpertici bir korku filmi çıkar. Bütün köyün suça doğrudan veya dolaylı olarak iştirak ettiğini gösteren bazı deliller olduğunu, buna rağmen herkesin sustuğunu öğrendik. Bazı siyasetçilerin köylülerle ilişkisi var ve köy siyaseten bir koruma kalkanı altına adeta. Köy halkı biraz da buna güvenerek devletin adalet sistemine kafa tutuyor gibi bir tablo ortaya çıkmış durumda. Bu da yine dönüp dolaşıp toplumsal vicdanı yaralayan bir fenomene dönüşüyor. 8 yaşındaki bir çocuğun ölümünün ardından bir türlü aralanamayan sır perdesi, konunun medyada işleniş biçimi, olayların sulandırılması, dikkatlerin başka yöne çekilmesi gibi şeyler, anne babaları ciddi endişelendirmiş olsa gerek. Bir de tabii suçlular korunuyor algısı çok hastalıklı. Devlet, halkının böyle düşünmesine engel olmalı. Bu da adaletin sağlanmasından ve olayın en kısa zamanda aydınlatılmasından geçiyor.
Narin cinayeti, aile içi şiddet ve kadın cinayetleri bağlamında nasıl bir sosyolojik analiz sunuyor? Toplumda bu tür suçların önlenmesi için hangi adımlar atılmalı?
Cevap hemen İstanbul Sözleşmesi olmalıymış gibi gelebilir, ama ben şekillere, ambalaja takılmayı doğru bulmuyorum. Tek başına bir sözleşme hiçbir şeyi kurtaramaz. Öncelikle toplumun kadın ve çocuk konularında, hatta dezavantajlı tüm kesimler ve hayvan hakları hakkında ciddi manada bilinçlendirilmesi gerek. Bunu eğitim sistemiyle mi yapacağız, kamu spotlarıyla mı bilmiyorum, ama zihniyet değişikliği olmadan bu iş çok zor. Kimsenin kimseye üstünlüğü yok. Bunu unutmayalım. Ölünce herkes aynı yere gidiyor, herkese 1,5 m bez yetiyor. Hepimiz açlıktan ve uykusuzluktan aynı derecede etkileniyoruz. Zengin veya nüfuzlu diye kimse daha uzun yaşamıyor ya da kansere bağışık değil. Heteroseksüel Sünni erkek olduğu için kimse vergiden muaf olmayacak örneğin. Her bireyin bu ülkenin gelişimine, gayri safi milli hasılasına katkısı var; üstelik, aşağılanan, hor görülen veya ötekileştirilen bazılarımızın ülkesine katkısı daha büyük. O yüzden herkesin önce ‘ben bu ülkeye, bu dünyaya ne katkı sunuyorum da bu insanı hor görüyorum’ diye kendine bir sorması gerek.
İşte tam da bu noktadan hareketle, kadın cinayetleri ülkemizde maalesef ki, hafifletici sebep aranarak önemsizleştirilmeye çalışılıyor. Yok öyle giyindi, o saatte şuraya gitti, yok kahkaha atmasaydı gibi bahaneler bizi daha suçsuz yapmıyor. Bizi daha ilkel yapıyor aslında. İnsanı hayvandan ayıran şeylerden biri ahlak anlayışıysa, soyut düşünme becerisiyse; insan olduğumuzun bilincinde olup bazı şeylere kafa yormamız lazım, ama henüz karnını doyuramayan insandan ahlaka uygun davranış beklemek de hakikaten umarsızlık. Ne diyelim? Daha gidecek çok yolumuz var, ama hızlıca gitmek mümkün.
Çok teşekkürler Aycan Türk. Diğer eserleriniz ve sizin şahsınızda başka konuşmalarda buluşmak üzere.
Comments