top of page
Yazarın fotoğrafıKafekültür Yayıncılık

Yolculuğum Ne Kadar Sürecek Bilmiyorum


Can dostum;

Sana sözünü ettiğim zeplin yolculuğuna başladık. Biliyorsun ritüel olarak, rakının yanında puro içmeyi severim. Zeplin de aynı puro şeklinde. Bu yolculuk o nedenle cazip geldi sanırım. İçeriğini tam olarak öğrenmeden kabul ettim bu yolculuğu. Ancak şimdi iyi ki diyorum.

Çok heyecanlı ve bir o kadar da enteresan her şey. Keşke bu yolculuğa seninle birlikte çıkmış olsaydık.

Yaşadığım olağanüstü bir olayı seninle paylaşmak için dönmeyi bekleyemedim. O nedenle yazıyorum. Zira yolculuğum ne kadar sürecek, bilmiyorum.

Yolculuğa başlamadan, “Yolculuğunun yönünü sen belirleyeceksin, istediğin yere ve zamana gitme özgürlüğün var. Dönüş zamanını da sen belirleyeceksin. Merak duygun ve hayal gücün kılavuzluk edecek sana” dediler.

Bu söylem bile insanın merak duygusuna kışkırtıyor, öyle değil mi?

Havalandıktan sonra ne kadar zaman geçti bilmiyorum, daha nereye gideceğime karar veremeden kendimi bir köyün üzerinde uçarken buldum. Öylesine güzel bir köy ki… Her taraf yemyeşil. Meyve ağaçlarının dalları meyveden yerlere kadar eğilmiş. Davetkâr davetkâr uzaktan göz kırpıyor adeta. Sular şırıl şırıl, kuşlarla düet yapıyor. Çok yıllar öncesine gitmiş olmalıyım diye düşündüm. Günümüzde bunca yeşili ve suyu bir arada bulmanın imkânsızlığı ortada iken.

Köy çok tanıdıktı. Köyde çok güzel bir iki evin dışında diğer evler kerpiçten yapılmıştı. Zeplinimi kocaman, bir köy evinin avlusuna indirdim. İki katlı bir evdi. Avluda, hayvanlar için ahırlar vardı. Bir köşede yığınla mısır koçanları, bir köşede odun yığınları vardı. Acaba burada kimler yaşıyor diye düşünürken, kapının eşiğine oturmuş 7-8 yaşlarında bir kız çocuğu gördüm, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bir taraftan da dizlerini ovuşturuyordu. Belli ki acı çekiyordu. O’nu korkutmamaya çalışarak usulca yanına yaklaştım. “Merhaba güzel kız” dedim. Deniz mavisi, çakmak çakmak bakan gözleri vardı. Beni gördüğüne sanki hiç şaşırmadı. “Adın ne senin?” diye sordum. “Ayşe” dedi. Neden ağladığını sordum. “Bacaklarım çok ağrıyor dün geceden beri, uyuyamadım, yatamadım ama kimse bana bakmıyor” dedi. O sırada içeriden gelen kavga sesleri dikkatimi çekti. Ayşe’nin annesi ve babası olmalıydı. Öylesine kendilerine dalmışlardı ki Ayşe’yi duyan yoktu.

“Annen, baban hep böyle midir?” diye sordum. “Hee, hep öyledir onlar. Varsa yoksa birbirleriyle didişsinler. Sonra ne oluyor bilmiyorum, önce sesleri kesiliyor, sonra da kıkır kıkır gülüşüyorlar. Kimse umurlarında değil “dedi. İçimde bir yerin inceden sızladığını duydum o an.

Anne ve babalar çocuklarını severler deyince şaşkın şaşkın yüzüme baktı. `Çocuklar nasıl sevilir ki?` diye sordu. Bugüne kadar ne anam ne de babam başımı okşadı. Babam dışarıya çalışmaya gider çok uzun zaman gelmez eve. Anam desen alır başını tarlalara gider. Evde çocuklar ne yer ne içer diye düşünmez. Geçenlerde yine başka bir köye eşekle armut satmaya gitti. Bizi de evde aç susuz bıraktı.

Birden aklına bir şey gelmiş gibi, “Sahi sen kimsin? Yabancısın, ama bir o kadar da canıma yakınsın sanki` dedi. O da bana yabancı değildi. O avlu, o köy ve Ayşe’nin anlattıkları da. Defalarca dinlemiştim bu öyküyü sanki.

Orada neler yaşadığımı, merak ettin değil mi? Sabırsızlanma anlatacağım. Sana anlatırken ben de yaşadıklarımı hazmetmeye çalışacağım.

Evet, bu bir mucizeydi. İnanması bir o kadar güç. Zeplin beni annemin çocukluğuna götürmüştü. O ev, o köy annemlerindi. Bunu anladığım anda, sıkıca sarıldım çocuk Ayşe’ye. Tüm yaralarını, tüm kırılmışlıklarını, tüm incinmişliklerini yok etmek istiyordum adeta. O’nu, orada iyileştirmek istedim.

Şaşkındı çocuk Ayşe. İlk defa birisinin sarılıyor olmasından. O’na ben senin gelecekteki kızınım diyemezdim. Bunu anlaması mümkün değildi. Gözyaşlarım ip gibi akmaya başlamıştı. Sevgisiz büyüyecek olması yüreğimi köz gibi dağlıyordu.

O sırada dedemin sesini duydum?

“Gıızzz! Ne ağlayıp duruyon, kıyameti kopardın sabahtan beri.`

Göz göze geldik çocuk Ayşe ile. Elini iki yana açarak “işte” dedi.

Sevgisizlik kader olmamalıydı. Sıkıca sarıldım tekrar, kulağına “seni seviyorum Ayşe” diye fısıldadım. Belki sözlerimi, gelecekte hatırlar diye umarak.

Telaşla, dedeme bir açıklama yapmayı beklerken, dedemin beni göremediğini fark ettim. O, anneme “Git de anan ayağına kepek sarsın” dedi.

Orada kalma sürem de bitmişti zaten. “Yine görüşeceğiz Ayşe, beni hatırla, unutma seni seviyorum” diyerek ayrıldım yanında. Şaşkınlıkla arkamdan bakakaldı. Yüreğimin bir parçasını orada bıraktım.

Oysa orada kalıp, anneme sevgi dolu bir çocukluk yaşatmak isterdim. Belki o zaman her şey çok daha güzel olurdu.

İnanması zor değil mi? Ben de hala kendime gelebilmiş değilim. O nedenle yolculuğumu yavaşlattım.

Çocukluk ne kadarda önemli insan yaşamında değil mi? Hele de sevgisiz büyümek en büyük açmazı yaşamlarımızın. Bu bir kısır döngüye dönüşürse o zaman çölde yaşamak kadar zorlaşıyor hayat.

Annemin sevgisiz büyümesi Alzheimer olmasında etken diye düşünüyorum. Hep içinde sakladığı şeyleri hatırlıyor bu günlerde. Belki de ömrü boyunca en çok bugünlerde sevildiğini hissediyor. Ama bunun sevgi olduğunu bilmeden. Ne acı…

Hep, anılar biriktirip gelirdim sana. Görüyorsun ya, bu defa anılarım adeta zamanda yolculuk gibi, bir o kadar da duygusal açıdan yoğun olacak sanki.

Planladığımız Safranbolu seyahatine yetişebilmeyi umuyorum. Orada, sevdiğim, sevildiğim dostlarımla birlikte olabilmek ve birlikte anılar biriktirebilmek, benim için çok önemli biliyorsun.

Sana yine yazmayı umuyorum. Kim bilir nereden yazarım? Keşke zeplinim Küba’ya gitse de puro alsam.

Mektubumu sonlandırırken seni özlem ve sevgiyle kucaklıyorum. İyi ki varsın. Hoş kal canım dostum…



30 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page