top of page

"Göçmen Geçmişini Sırtında Bir Hazine Gibi Taşır..."

CANDAN SELMAN


İdris Kenç ikinci öykü kitabı Kökler ve Kanatlar ile okurun karşısına çıkıyor. 2023 yılında Kafekültür Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabı Gardenia Çiçeği’nden sonra Kenç, yeni kitabında göçün, aidiyetin, kayıpların ve yeniden var olma çabasının izini sürüyor. Her öykü, bir vedayı, bir başlangıcı ve bazen de kaçınılmaz bir kaderi anlatıyor.


Öncelikle kitabınız hayırlı olsun. İlk kitaptan sonra nasıldı ikinci kitaba hazırlanmak? Aynı heyecan var mı?


Çok teşekkür ederim! İlk kitap Gardenia Çiçeği, benim için bir kapı aralamıştı; yazmayı bir tutku olmaktan çıkarıp bir yaşam biçimine dönüştürmüştü. İkinci kitaba hazırlanmak ise bambaşka bir yolculuktu. Heyecan hâlâ vardı, ama bu kez yanına bir sorumluluk hissi de eklendi. İlk kitapta kendimi anlatmaya cesaret bulurken, Kökler ve Kanatlar’da okura daha derin bir şeyler sunmak istedim. Her öyküye başlarken içimde o tanıdık kıpırtıyı hissettim; kalemi elime aldığımda hâlâ ilk günkü gibi titriyorum, bu değişmedi.


Kitabın isminden yola çıkarak merak ettiğim bir şey var: Kökler mi güçlü kılar bizi, yoksa kanatlar mı?


Bu, yıllardır kendi kendime sorduğum bir soru. Kökler, beni Ağrı’da doğuran toprağın, annemin duasının, babamın nasihatlerinin bir parçası; onlar olmasa ben, ben olmazdım. Ama kanatlar… Onlar beni İstanbul’a, Rusya’ya oradan Avustralya’ya taşıdı; hayallerimi gökyüzüne çıkardı. Öykülerimde de bu ikisi hep bir arada. Bence güçlü olmak, köklerinle barışıp kanatlarını açabilmek demek. Birini diğerinden üstün göremem; ikisi de bir ağacın dallarıyla kökü gibi, birbirine muhtaç. Köklerine konduracak kadar eğitebilmeli kanatlarını insanlar.


Kitaptaki öykülerin çıkış noktası neydi? Gerçek hikâyelerden esinlendiğiniz anlar oldu mu?


Hikâyelerim, yaşadığım ve tanık olduğum anların ve duygu depremlerimin birer yansıması. Ağrı’da çocukken duyduğum töre hikâyeleri, İstanbul’da mali müşavirlik yaparken gördüğüm yalnızlıklar, ihanetler, iş yaşamının zorlukları ve kazanma hırsı. Avustralya’da kafe masalarında dinlediğim göçmen fısıltıları… Hepsi bu öykülerde bir yer buldu. Mesela “Zeytin Fidesi”, bir hastane koridorunda geçen gerçek bir anıdan esinlendi; ama kurguyla yeniden doğdu. “Fırat’ın Yıldızları” Suriye savaşını işliyor. “Kökler ve Kanatlar” ise benim kendi yolculuğumun bir parçası. Gerçek, öykülerime hamur oluyor; ben de o hamuru yoğurup şekil veriyorum.

Kitabın arka kapağında geçen “Her göçmen, içinde hem kökleriyle bağlı olduğu geçmişi hem de özgürlüğe uzanan kanatlarını taşır” cümlesi çok etkileyici. Göç sadece bir yer değiştirme midir, yoksa bir kimlik mücadelesi mi?


Göç, bir yerden bir yere gitmekten çok daha fazlası. Ben bunu bizzat yaşadım; Ağrı’dan İstanbul’a, Rusya’ya oradan Avustralya’ya gelirken sadece bavulumu değil, kimliğimi de taşıdım. O arka kapak cümlesi, benim için şunu anlatıyor: Göçmen, geçmişini sırtında bir yük gibi değil, bir hazine gibi taşır; ama aynı zamanda özgür olmak için kanat çırpar. Bu bir mücadele, evet; çünkü her yeni toprak, seni yeniden tanımlamaya zorlar. Öykülerimde de bu var: Hem köklerine tutunan hem de uçmak isteyen insanlar.


Köklerden ve kanatlardan bahsederken kendi geçmişinizden de ilham aldığınız noktalar oldu mu?


Elbette, bu kitap benim geçmişimin bir aynası gibi. Ağrı’da doğdum, İstanbul’da uzun yıllar mali müşavirlik yaptım, Rusya’da dört yıl ticaret yaptım, şimdi Avustralya’da kafe işletiyorum. Her adım, bu öykülerde iz bıraktı. Mesela “Fırtınadan Cesaret Alan Kız”da, bir annenin çocuğu için verdiği mücadele var; “Gitmelisin oğlum, burada gelecek yok” dediği her mecburiyetten doğan başlangıçların yankısı. “Kökler ve Kanatlar” öyküsünde ise bu yankının hikâyesi ve birazda kendi hikayemi yazdım. Geçmişim, bu kitabın ham maddesi oldu; yazarken hem hatırladım hem de barıştım.


"

Kanatsız Melek" öyküsünde aşk, ilham ve ihanet iç içe geçmiş durumda. "Bulutlarımı yaz," diyor karakter, "Senin kelimelerinle uçayım." Geçmişin yaralarını sanatla onarmak mümkün mü sizce?


“Kanatsız Melek”, benim için çok özel bir öykü. Nur’un o yakarışı, “Bulutlarımı yaz,” aslında bir çığlık; hem aşka hem de kayba dair. Ben yazarken şunu fark ettim: Sanat, yaraları tamamen kapatmaz belki, ama onlara bir ses, bir şekil verir. Geçmişimde yaşadığım ayrılıklar, kayıplar var; yazmak, o acıları bir yük olmaktan çıkarıp bir hikâyeye dönüştürüyor. Bence mümkün; sanatla uçamasak bile, en azından o yaralarla barışıp hafifleyebiliriz. Benim için yazmak, tam da bu.


"Kuyruklu Ölüm" isimli öyküde Ölüm’ü bir karakter olarak hikâyeye dahil etmişsiniz. Bu fikir nasıl doğdu?


“Kuyruklu Ölüm”, biraz cesaret isteyen bir öyküydü. Ölüm’ü kuyruklu bir kadın olarak hayal ettim; hem tanıdık hem de gizemli. Bu fikir, Avusturalya'da bir gece yıldızları izlerken aklıma geldi. Ölüm hepimizin kapısını çalacak; çocuklarımdan ailemden koparacak, ama ya bir yüzü olsaydı? Adaletsizlik üzerine düşünüyordum; bir kazada ölenleri, suçluların serbest kalışını… Ölüm’ü bir denge figürü yaptım; ne iyi ne kötü, sadece bir görevli. Telefonundaki liste ise modern dünyaya bir selam. Yazarken hem korktum hem de eğlendim.


Eminim her biri sizin için özeldir, ama kişisel olarak sizi en çok etkileyen öykü hangisi?


Hepsini çok seviyorum, ama “Kökler ve Kanatlar” beni en çok etkiledi. Çünkü sonuçta ben de köklerimden göçerek uzaklaştım. O öyküde, Baran’ın annesinden ayrılıp Amerika’ya gitmesi var; bu, benim kendi hikayemin bir parçası. Baran’ın annesinin “Gitmelisin” dediği anı yazarken gözyaşlarımı tutamadım. Annem bana böyle seslenmemişti, ama yıllardır yaşadığımız ayrılıkların yoksunluğunu düşününce ağladım… Hem bir veda hem de bir umut hikâyesi. Bu öykü, bana özgürlüğün bedelini ve köklerimin kıymetini bir kez daha hatırlattı. Sanırım en kişisel öyküm bu oldu.


"Tüm köksüzler ve kanatlananlar için" diyorsunuz. Bu kitabı en çok kimler okumalı?


Bu kitabı, bir yerlerde kendini kaybolmuş hissedenler, köklerini arayanlar ya da yeni bir hayat için kanat çırpanlar okumalı. En çok da buna zorunda kalanlar; Göçmenler, hayalleri için mücadele edenler, geçmişiyle yüzleşmek isteyenler… Ama sadece onlar değil; hepimizin içinde bir köksüzlük, bir de uçma isteği var. Bu öyküler, insan olmanın ne demek olduğunu sorgulayan herkese dokunsun isterim. Okusunlar, belki kendi hikâyelerini bulurlar.


Bundan sonra ne geliyor? Sırada hangi kitap var?


Şu anda kafamda yeni fikirler dönüyor. Öykü yazmaktan vazgeçmem; kısa hikâyeler benim nefes aldığım yer. Avustralya’daki kafe masalarında, Datça’daki gazete yazılarımda biriken notlar var. Bu notlarım kitaplaşma safhasında. Sanırım önümüzdeki bir kaç ay içerisinde hayat bulacak bunlar. Yani üçüncü kitabım bir öykü çalışması olmayacak. Yazmak benim için bir yolculuk; nereye götürecek bilmiyorum, ama kalem elimde olduğu sürece devam edeceğim.


Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim.


Bana kendimi, projelerimi anlatma fırsatı yarattığınız için ben teşekkür ederim.






 
 
 

ความคิดเห็น


bottom of page