top of page

EMILE ZOLA: Suçluyorum!

Yazarın fotoğrafı: Kafekültür YayıncılıkKafekültür Yayıncılık

#13Ocak1898 Emile Zola’nın “J’Accuse” (Suçluyorum) başlıklı mektubu, yalnızca bir yazarın vicdanının sesi değil, adaletin siyasi ve toplumsal baskılara boyun eğdiği bir dönemde, hakikatin meydan okumasıdır. 13 Ocak 1898’de L’Aurore gazetesinde yayımlanan bu manifesto, dönemin Fransa’sında patlak veren ve toplumu derinden sarsan Dreyfus Davası üzerinden, devletin en yüksek kademelerinde dönen yalanlara ve haksızlıklara karşı bir savaş ilanıdır.

Zola’nın cesur çıkışı, adeta bir edebi mahkeme tutanağı gibi ilerler: suçluları adlarıyla ifşa eder, delilleri ortaya koyar ve adaletin çarkını döndüren yozlaşmış mekanizmayı hedef alır. Yazar, kalemini bir kılıca dönüştürerek, gerçeğin bükülmesine ve yurtseverlik kisvesi altında işlenen haksızlıklara karşı durmuştur. J’Accuse, yalnızca bir döneme değil, her çağın susturulmuşlarına seslenir: Haksızlığa karşı susan herkes suç ortağıdır.

Bu metin, Zola'nın özgürlük ve adalet arayışındaki direncini, yazarın sorumluluğunu ve toplumun vicdanına karşı taşıdığı ahlaki borcunu hatırlatır. J’Accuse, tarihin en güçlü çığlıklarından biridir. 2014 yılında SUÇLUSUN adıyla kitap olarak yayımladığımız bu mektubu aşağıda sizlere sunuyoruz:


EMILE ZOLA


Sayın Başkan,


Bir gün bana göstermiş olduğunuz müşfik karşılamanın minnettarlığı ile adil şöhretiniz ile ilgili kaygılanmama ve bugüne kadar pek mutlu olan yıldızınızın en utanç verici, en silinmez leke tarafından tehdit edildiğini size söylememe izin verir misiniz?

Alçakça iftiralardan sağ salim çıktınız, kalpleri fethettiniz. Rus birliğinin Fransa için temsil ettiği bu ulusal bayramın doruğunda göz alıcı görünüyor ve büyük emek, hakikat ve özgürlük yüzyılımızı taçlandıracak evrensel yönelimimizin gösterişli zaferine başkanlık etmeye hazırlanıyorsunuz. Ama isminize yapışmış leke, iktidarınıza yapışmış diyeceğim, şu iğrenç Dreyfus olayıdır. Yukarıdan gelen bir emirle, bir harp divanı, her türlü hakikate, her türlü adalete bir tokat gibi, Esterhazy denilen birisini beraat ettirmeye cesaret etmiştir. Bitmiştir, Fransa yanağında bu lekeyi taşımaktadır, tarih böylesi bir toplumsal suçun sizin başkanlığınız döneminde işlenebilmiş olduğunu yazacaktır.

Onlar cesaret ettiyse, ben de cesaret edeceğim. Gerçeği söyleyeceğim çünkü düzenli olarak başvurulan adalet bunu tam anlamıyla yapmadığı takdirde gerçeği söylemeye söz verdim. Benim görevim konuşmaktır, suç ortağı olmak istemiyorum. Gecelerime orada, işkencelerin en korkuncu içinde işlemediği bir suçun cezasını çeken masum insanın hayaleti dadanır.

Ve bunu, bu gerçeği dürüst insan olarak isyanımın tüm gücüyle size haykıracağım. Onurunuz adına, bunu bilmediğinize inanıyorum.

Gerçek suçlulardan oluşan kötü ayak takımını ülkenin bir numaralı yargıcı olan size ihbar etmeyeceğim de kime edeceğim?




Öncelikle dava ve Dreyfus’ün mahkumiyeti ile ilgili hakikat ile başlamak istiyorum.

Her şeyi yürüten, yapan zararlı bir adamdır, o adam o zaman basit bir komutan olan Yarbay Paty de Clam’dır. O, Dreyfus davasının tamamıdır; onu ancak dürüst bir soruşturma edimleri ve sorumluluklarını açık şekilde ortaya çıkardığında tanıyacağız. Clam, romansı entrikalarla dolu, dizi romanların yöntemleri olan çalınan kâğıtlar, isimsiz mektuplar, ıssız yerlerde randevular, geceleyin bunaltıcı kanıtlar yayan esrarengiz kadınlardan hoşlanan en esrarengiz, en karmaşık insan olarak görünmektedir. Belgeyi Dreyfus’e yazdırmayı düşünen odur; onu tamamen camlarla kaplı bir odada incelemenin hayalini kuran odur; Binbaşı Forzinetti’nin bize kör bir fenerle donanmış, yüzüne ani bir ışık dalgası yansıtmak ve uyanışın heyecanı içinde suçunu yakalamak için uyuyakalmış suçlunun yanına sokulmak ister olarak tasvir ettiği odur. Her şeyi ben söyleyecek değilim, aranırsa bulunacaktır. Ben sadece Dreyfus davasını adli subay olarak soruşturmakla görevlendirilmiş Yarbay Paty de Clam’ın, tarih ve sorumluluk sırasına göre işlenmiş olan tüyler ürpertici hukuki hatanın birinci suçlusu olduğunu bildiriyorum.

Belge bir süredir o zamandan bu yana genel uyuşukluktan işlevsiz hale gelmiş olan istihbarat bürosu müdürü Albay Sandherr’in elindeydi. Kayıplar oluyordu, bugün de olduğu gibi evraklar kayboluyordu ve belgeyi hazırlayan araştırılıyor ve yavaş yavaş bu belgeyi hazırlayanın farazi olarak ancak bir kurmay subay ve topçu sınıfından bir subay olabileceği düşünülüyordu: Bu belgenin nasıl yüzeysel bir mantıkla incelendiğini gösteren iki bariz hata söz konusudur, çünkü mantıklı bir inceleme ancak bir kıta subayının söz konusu olabileceğini ispatlar.

Dolayısıyla içerisi araştırılıyor, yazışmalar inceleniyordu, bizzat büroda yakalanıp oradan sürülecek bir hain söz konusuydu ben burada kısmen bilinen bir hikayeyi yeniden yazmak istemiyorum ve ilk şüphe Dreyfus’ün üstüne düştüğünde Yarbay Paty de Clam sahneye girdi.

O andan itibaren, Dreyfus’ü icat eden kendisidir, dava kendi davası haline gelmiştir, haini şaşırtmaya, onun eksiksiz itiraflarda bulunmasını sağlama işine girişir. Ortalama zekâya sahipmiş gibi görünen Savaş Bakanı General Mercier vardır; dini tutkusuna yenik düşmüş görünen Genelkurmay Başkanı General de Boisdeffre vardır, vicdanı pek çok şeyle uyum sağlayabilmiş Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Gonse vardır. Fakat aslında öncelikle bunların hepsini güden, onları hipnotize eden Yarbay Paty de Clam vardır, çünkü ruhçulukla, okültizm ile ilgilenmekte, ruhlarla konuşmaktadır. Zavallı Dreyfus’ü maruz bıraktığı tecrübeler, onu içine düşürmek istediği tuzaklar, çılgın soruşturmalar, canavarca düşünceler, tüm bir işkence çılgınlığı tasavvur edilemez.



Ah! Gerçek ayrıntılarıyla bilen birisi için, ilk olay, tamamıyla bir kâbustur! Yarbay Paty de Clam Dreyfus’ü tutuklayıp onu hapse atmıştır. Bayan Dreyfus’ün evine koşmuş, onu korkutmuş, ona konuşursa kocasının mahvolacağını söylemiştir. Bu arada talihsiz adam kendini paralayıp, masum olduğunu haykırıyordu. Ve soruşturma bu şekilde, XV. yüzyıla ait bir romandaki gibi, gizem içinde, vahşi yöntemler karmaşası ile yapılmıştır, ki bunların hepsi yalnızca adi bir ihanet değil aynı zamanda dolandırıcılıkların en yüzsüzü de olan tek bir çocuksu suçlamaya, o aptal mektuba dayandırılmıştır, çünkü verilen esas sırların neredeyse hepsi değersizdi. Eğer ısrar ediyorsam, gerçek suçun, Fransa’nın tutulduğu korkunç adaletin reddi hastalığının çıkacağı yumurta buradadır. Adli hatanın nasıl mümkün olabildiğini, Yarbay Paty de Clam’ın entrikalarından nasıl doğduğunu; General Mercier, General de Boisdeffre ve General Gonse’un nasıl bu oyuna aldanabildiklerini, bu hatada yavaş yavaş sorumluluk alabildiklerini, tartışılmaz bir gerçeği sonradan kutsal bir hakikat gibi kabul ettirmeleri gerektiğine inandıklarını anlatmak isterim. O halde başlangıçta bunlardan yana yalnızca ihmal ve budalalık vardır. Olsa olsa onların çevrenin dini tutkularına ve takım ruhunun önyargılarına yenik düştükleri anlaşılmaktadır. Budalalığın bildiğini okumasına izin vermişlerdir.

Ama görüyorsunuz ki, Dreyfus divanı harbin önüne gelmiştir. Mümkün olabildiğince mutlak bir kapalı oturum istenmiştir. Daha sıkı sessizlik ve gizlilik önlemleri alınmazsa bir hain Alman imparatorunu Notre Dame’a kadar götürmek üzere sınırı düşmana açabilirdi.

Millet şaşkınlık içindeydi, korkunç olaylar, tarihi öfkelendiren bu korkunç ihanetler fısıldanıyordu; ve doğal olarak millet boyun eğdi. Yeterince katı ceza yoktu, halk halka açık aşağılamayı alkışlayacak, suçlunun vicdan azabınca yenilip bitirilerek alçaklık kayasının üstünde kalmasını isteyecekti. O halde Avrupa’yı ateşe verebilecek sözle anlatılmaz, tehlikeli şeyleri bu kapalı oturum arkasına özenle gömmek zorunda kalındığı doğru mudur? Hayır! Arkada yalnızca Yarbay Paty de Clam’ın romansı ve çılgın hayalleri vardı. Tüm bunlar yalnızca dizi romanların en tuhafını gizlemek için yapılmıştır. Ve bundan emin olmak için divanı harp önünde okunan iddianamenin dikkatlice incelenmesi yeterlidir.

Ah! Şu olmayan iddianame! Bir adamın bu iddianame ile mahkum edilmiş olması bir adaletsizlik mucizesidir. Dürüst insanları yürekleri kızgınlıkla hoplamadan ve isyanlarını haykırmadan, orada Şeytan Adası’ndaki ölçüsüz kefareti düşünerek iddianameyi okumaya davet ediyorum.


Dreyfus birden fazla dil biliyor, suç; evinde tehlike teşkil edebilecek evrak bulunamadı, suç; bazen memleketine gidiyor, suç; çalışkan, her şeyi bilme kaygısı güdüyor, suç; heyecanlanıyor, suç; heyecanlanmıyor, suç. Ya o yazımdaki saflıklar, içi boş resmi iddialar! Bize on dört suçlamadan söz edilmişti: sonuçta yalnızca bir tane suçlama, mektup ile ilgili suçlamayı bulduk; ve hatta bilirkişilerin aynı fikirde olmadıklarını, bunlardan birisi olan Bay Gobert’in istenilen yönde karar vermediğinden askerler tarafından itilip kakıldığını öğrendik.

Bir de tanıklıklarıyla Dreyfus’ü suçlamaya gelen yirmi üç subaydan söz ediliyordu. Bunların sorgularıyla ilgili halen bilgimiz yok fakat hepsinin Dreyfus’ü suçlamamış olduğu kesin; bundan başka bunların hepsinin savaş bürolarından olduğuna dikkat edilmeli. Bu bir aile davası olup orada kendi aralarında bulunmaktadırlar ve şunu da hatırlamak gerekir ki davayı genelkurmay istemiş, davayı görmüş ve yakın zamanda yeniden görmüştür.

Dolayısıyla geriye bilirkişilerin üstünde anlaşamamış oldukları mektup kalıyordu. Divan dairesinde yargıçların doğal olarak beraat kararı alacakları söyleniyor. Ve dolayısıyla mahkumiyeti mazur göstermek için bugün gizli, suçlayıcı bir belgenin, önünde boyun eğmemiz gereken, her şeyi gerekçelendiren, gösterilemeyen bir belgenin varlığını ileri sürmekteki umutsuz inat anlaşılmaktadır, görünmez ve bilinmez yüce Tanrım! Ben bu belgeyi reddediyorum, onu tüm gücümle reddediyorum! Gülünç bir belge, evet, belki de küçük kadınların söz konusu olduğu ve çok talepkar hale gelen bir falanca D’den söz edilen belge: şüphesiz karısı için kendisine yeterince para verilmediğini düşünen herhangi bir koca. Fakat ulusal savunmayı ilgilendiren, yarın savaş ilan edilmeksizin üretilemeyecek bir belge, hayır, hayır! Bu bir yalan! Ve bu kendileri buna ikna edilemeksizin utanmazca yalan söyledikleri ölçüde daha iğrenç ve ahlaksızcadır. Fransa’yı ayaklandırıyor, onun meşru duygusunun arkasına gizleniyor, yürekleri bulandırıp, ruhları saptırarak ağızları kapatıyorlar. Ben bundan daha büyük vatana ihanet suçu bilmiyorum.


(...)


DEVAMI




Konuyla paralel diğer kitaplarımız:









 
 
 

Comments


bottom of page