Bu Bir Söyleşi Değildir
Şairin 1979-2023 yılları arasında toplam 44 yıllık şiir serüveni ve birikimini TOPLU ŞİİRLER'iyle selamlıyoruz Kafekültür olarak.
"Şiir ve kültür-edebiyat üzerine denemeleri, yaşadığı yörelerin, çocukların çok yakın bir yazar dostudur Bülent Güldal." Şairin yakın dostu ve yayıncısı Halil Gökhan sözlerini şöyle sürdürüyor: "Tadını hatta bahçesini kendine saklayan bir olgunluk meyvesi ağacıdır Bülent Güldal. Tevazu ya da üst şiirsel farkındalık (bu sözcüğü çok sevmesem de tam yeri doğru kullanım olarak) evrenin kıyısında ama Şiir'in tam ortasında, sözün kanatlarıyla da Kazdağı yükseklikleri neler söylüyorsa o sözlerin zirvesinde konumlamıştır kendisini. Mekân değil Zaman şairidir daha çok. Yer değil, Hep'lik, devamlılık ustasıdır... Bitmeyen şarkılarla çağından zerre kopmayan ve gelecek zamanlara da ışık veren bir ses."

Alışılmadık bir görüşme olacak bu sevgili şairim ve bunun için elde oldukça ateşli kalın ve doygun bir külliyat var: TOPLU ŞİİRLER’in. Bu bir söyleşi değil. Bir dertleşme, daha doğrusu seni şiir tünelinin içinde yolculuğa çıkaracak bir anı girdabı, dize yağmuru olabilir. Soru işaretsiz bir söyleşiye hazır olduğunu düşünüyorum.
Bugün Ankara’yı yad ettik seninle. Bir kitap hacminde tuttu konuştuklarımız.
- Evet sevgili Gökhan, Ankara benim için bir edebiyat okulu oldu. 1980 yazında, yirmi altı yaşımdayken girdim Başkent'in kapısından. Benim için caddeleri, sokakları kâğıt kokan, kitapların çiçek açtığı bir coğrafyaydı o yıllarda Ankara. Zafer Pasajı'na girdiğimde, çıkmak istemezdim. Kitapçıları dolaşır, yeni yayınları, dergileri izlerdim. Pasajın bir yerinde küçük bir çay ocağı vardı; ayaküstü sohbetlerin vazgeçilmez mekânıydı. Bir de, Sakarya Bira Parkı'ndaki Han Piknik ve Expres Piknik'te geçen sohbet dolu geceleri anımsıyorum; Sıvas Yangınında (Madımak), katledilen Behçet Aysan'ı, Asaf Koçak'ı bu sohbetlerde tanımıştım; mekânları ışık olsun. Hasan Ali Toptaş, Şükrü Erbaş, Salih Bolat, İzzet Kılıçlı, Cemil Kavukçu ve şu an adı aklıma gelmeyen birçok arkadaşla hemen her akşamüstü buluşur, edebiyat sohbetlerine dalardık. Kimi yeni öyküsünden, kimi de yeni şiirinden söz ederdi. Derdimiz edebiyattı. Bir de Ankara dışından gelenler olurdu. Hicri İzgören, Yılmaz Odabaşı aklımda kalanlar. O yıllarda Ankara'nın önemli edebiyat dergileri vardı; Türkiye Yazıları, Yarın, Karşı, Gökyüzü, Yazıt, Hasibe Ayten'in çıkardığı Sesimiz vd. O zamanlar bu dergilere posta ile şiirler gönderirdik. Ve sonra dergide yer almasını beklerdik. Beklemenin heyecanı bir başkaydı. Aydın Doğan'ın sahibi olduğu Yaba Dergisi'ni unutmak olmaz; aynı zamanda yayıneviydi. Durgun Sis isimli şiir kitabım buradan çıkmıştı. Yanılmıyorsam 1987 yılında, Cumhuriyet Gazetesi'nin düzenlediği Yurtta Barış Dünyada Barış Şiir Yarışması'nda başarı ödülü aldığımı da unutamıyorum. Dediğim gibi Ankara bir fakülte oldu bana.
Adanalılığın, Adanalılık imge ve metaforlar dışında bildiğim kadarıyla yazdıklarında dışavurmuyor. İçerideyse ateşin kömürü odunu olmalı bu aidiyet.
- Çocukluğumun geçtiği Ceyhan'ın havası, suyu, Allah'a kafa tutanların naraları, yüzmeyi öğrendiğim delicoş ırmak, sanırım içten içe düşüncemin-düşlerimin omurgasını oluşturuyor. Suyun ve toprağın, aşkın ve kavganın en sıcak olduğu bir coğrafya Çukurova. Bahar havası gibi bir karakteri var; güneş içindeyken birden bire kararan ve şimşeklerle dolu bir gökyüzüne dönüşüveriyor insanı. Sonrası duygu karmaşası.
Türkçe. Türk dili. Şanslı bir dilse coğrafya kanımızca. Şiirimiz bu şansı kullanamamış gibi duruyor. Nefesi çabuk kesildi gibi cumhuriyetin ikinci devresinde.
- Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun Karşı Devrim dediği bir olgu var; ki bir geriye gidişi imliyor. Süreğen evrim içinde zamanı geriye götürmek olası değil elbette. Ama şöyle bir gerçek çıkıyor karşımıza; eskiye özlemin olanca haşmetiyle zamanı ve mekânları kuşatması, hissedilir bir durağanlığı dayatıyor gibi. Bu durumun önünde sonunda ortadan kalkacağına inanıyorum. Uzun sürebilir ama kalıcı olmaz. Kitapların yasaklandığı, yakıldığı dönemlerden geçtik, Akıl rafa kaldırıldı. Akıldan, bilimden yana olan düşüncenin yerini hurafe aldı şimdilik. Bu yüzden dil kırıldı. Düşünce kırıldı. Ama insanın, soluğunun farkına varıp, uzun koşusunu sürdüreceğine inanıyorum. Bizler göremeyiz ama böyle olması bir gerekirlilik doğal süreçte.
Dile kolay 14 kitap. Toplu şiirlerinin gözbebekleri. Bunca göz, bunca masal… Büyük bir anafor.
- Gözüme ilişen nesnelerin şiir dilini duyuyorum. Bunun adı çok yazmak oluyor. Ya da derine inmek mi diyelim ? Dağa çıktığımda dağ ile, kumsala indiğimde deniz ile, gökavluya baktığımda sınırsız derinlikle konuşuyor gibiyim. Bu durum yaşama gücü veriyor bana. Farkında olmadan belki de yeni yeni tanımlamalara girişiyorum. Bu durumu bir şiirimde şöyle dile getirmiştim:
Dil vermez derinlerin uğultusu / sığ sularda kulaç atanlara / Kayıkçıları severim de / derin deniz kaptanlığıdır işim
Nereye gittiğimizi bilemeden yolculuğa övgüler diziyoruz şiirde, edebiyatta. Sanki en genel anlamıyla yazarlar daha uyanık olmalı… Yani uykusuz yolculuklar.
- Ömür denilen yolculukta kimi zaman öfkeli, kimi zaman aşk ile doluyuz. Yaşadığımız coğrafyanın, içinde bulunduğumuz toplumun rüzgârlarına göre biçimleniyor sanki duygularımız. Geçtiğimiz yolların derinliğini bildiğimiz oranda, olması gerekene dair yorumlar yapabiliyoruz. Bize sunulanı reddetme becerisini bilgimiz oranda kazanıyoruz. Yani neyin ne olduğunun ayrımına vardıkça, sorgulamalarımız başlıyor. Kendi adıma, benim şiirimde durum böyle. Örneğin şu dizelerimde Tanrı'nın, toplumun nasıl bir karmaşa içinde buluştuğu gerçeği var :
İnsanlık marketini kapatıyor Tanrı / genel sayıma geçiyor melekleriyle // Gardı düşen bir boksöre benziyor zaman / öyle bir iniyor ki son yumruk // Ölüm düşüyor payına aşk güllerinin / bataklık zakkumları düğün dernek içinde…
Genç şairlere öğütlerle büyüdüğünü hatırlıyorum şiirin, şiirlerin. “Yapma” diyebileceğin şeyler de olmalı.
- Ece Ayhan bu konuda şöyle diyor:
" Gençler siyasal şiire yöneliyorlar doğrudan doğruya. Onlar için söyleyebileceğim şey ' Yek beyza vü sadhezar dâva' -Yüz bin gürültü ve sonunda tek bir yumurta. – Ama civcivler sevilir. Şiir de zorlanacak doğallıkla. Şiirin de başka bir şeyleri zorlaması için eski bir sefine gelip hesap sorabilir, baştan ayağa beyaz giyinmiş adamlara"
Ben de diyorum ki :
Gagasından öp yaralı kuşu / bir dudak payı bırak aşka / karanfil ol yakalara olabiliyorsan eğer
Kendinin kıl yüreğini, düşünü, düşünceni / bir maşa ne söyleyebilir ki hayata dair?
Toplu Şiirler yolun sonunun başı gibi anlaşılsa da yeni bir yol gibi duruyor daha çok…
- Evet sevgili Gökhan, ömrüm denize koşan bir şiir atı sanki; bir yanım dağ, diğer yanım deniz ve az ötemde adalar. Bana farkında olmadan şiir söyletiyorlar. Mekânı ışık olasıca şair Salih Bolat; "az yaz Bülent. Kendini nadasa bırak biraz" demişti ölümünden az önce. Sevgili Sabahattin Yalkın ağabey de yinelemişti bu sözü. Oysa bana göre değil bu tavır. Akan bir ırmağın önüne set çekmek bana anlamsız geliyor. Hayat kısa ve ben yolun sonunu görüyorum. Ben biteceğim ama yol devam edecek. Bu bağlamda Toplu Şiirler'imin haricinde, basıma hazır bir ırmak şiir dosyamın son rötuşlarını yapıyorum. Şiir devam ediyor…
(CUMHURİYET KİTAP Dergisi, 21 Eylül 2023, Perşembe)