Özge Can, yeni kitabı "Kukla" ile okuyucularını, toplumun görünmez ipleriyle bağlı bireylerin dünyasına davet ediyor. Yalnızlık, içsel çatışma ve özgürleşme temaları ekseninde ilerleyen bu kitap, hem bireysel hem de toplumsal anlamda kadının rolüne derinlemesine bir bakış sunuyor. Özge Can, sade ama sarsıcı anlatımıyla her bir karakterinin içsel yolculuğunu, onların topluma ve kendilerine karşı verdiği mücadele üzerinden işliyor. Bu söyleşide, yazarın ilham kaynaklarından öykülerindeki toplumsal ve bireysel bağların temellerine dek, "Kukla"nın ardındaki zengin dünyayı keşfedeceğiz.
"Kukla" kitabınızda yalnızlık ve içsel çatışma gibi güçlü temalar öne çıkıyor. Bu temaları seçmenizde sizi yönlendiren kişisel veya toplumsal deneyimler neler oldu?
Ülkede yaşanan değişimler düşünen birçok insanı kalabalıklar içinde yalnızlığa itiyor. Daha da derinlerde düşsel yolculuk yapanlar da içsel çatışmalarda buluyor kendini. Ben de hem bu ülkenin vatandaşı hem de kadın olarak yaygın bakış açısının aksine sosyal mecralardan uzak içsel yolculuğuna daha fazla özen gösteren biriyim. Yarattığım karakterler de bu minvalde ilerliyor. Kişi kendiyle çatışarak gelişir. Bir de bu ülkede kadın olarak herkesle her şeyle çatışarak yer açabiliyoruz. Kendimizle bile çatışmamız lazım ki ezberleri değiştirip, yolumuza bakabilelim.
Kitabınızdaki karakterler, görünmeyen iplerle birbirine bağlı gibi duruyor. Karakterlerin birbirleriyle olan ilişkilerini nasıl şekillendirdiniz, bu bağları kurarken neyi amaçladınız?
O ipleri bazen ben elimde tuttum bazen de karakterler benden bağımsız iplerini koparıp kendi hikayelerini ortaya çıkardı. Aykırılıktan çok ortaklığa baktığımızda daha derin ilişkiler kuruyoruz. Aynı kokunun, aynı gülüşün, aynı ağrının ortaklığını yaşayanlar tek bir bakışta hemhallik ederler. Burada oluşan bağı korumaya meyillidirler de aynı zamanda. Benim hikâyelerimin karakterleri de aynı korkunun ürünü bir yerde. “Yok sayılmak” Her biri bir iple aynı yere bağlayıp “Var” oldular. Sonra da bağlı oldukları yerden kopup bağımsızlıklarını yarattılar. Kukla yapılmak istenirken can buldular.
İlk kitabınız "Çember Çekmece" ile karşılaştırıldığında, "Kukla"da yazım tarzınız veya tematik odaklarınızda değişiklikler oldu mu? Olduysa, bu değişimlerin kaynağı nedir?
Aynı yerden besleniyorum yazarken. O da insan duygularının davranışlara etkisi. Anlatımımın özünü kişi duygularının özü oluşturuyor. Çember Çekmece’den farkı belki biçem olarak diyebiliriz. Bilinçaltıma hükmeden şeylerin ortaya çıkmasından önce düşüncemi yönlendirerek, konunun konuyu açmasını sağlayarak fikir oluşturuyorum. Karakterin hareketinden çok duygusuna ve bu duygunun sonucunda oluşan tepkisine odaklanıyorum. İlk kitaptan bu yana içsel dünyamda değişen odaklar Kukla’da farkını oluşturmuştur.
Öykülerinizde kadın yaşamının toplumsal normlar altında hırpalanmasını ele alıyorsunuz. Kadın karakterlerinize yüklediğiniz bu toplumsal ağırlığı nasıl dengelediniz?
Toplum kadına bunu yükledi esasen. Ben de dahil çevremdeki bütün kadınlar aynı normların içinde birden farklı konumlarda bulunuyoruz. Kimimiz farkında ve karşı duruyor, kimimiz farkında değil içinde kayboluyor, kimimiz farkında karşı koyamıyor. Ben karşı duran kadın karakterleri anlatmayı seçiyorum. Bir kadın kendi için ayağa kalktığında aslında diğer tüm tüm kadınlar için ayağa kalkmıştır mottosunu benimsiyorum. Öykülerimde de her türlü hırpalanmadan çıkabiliyor olmak bana verdiği gibi okuyucularıma da güç verecek inanıyorum. Kadın kadının yurdudur. Bu yurtta ortaklık için de cinsiyet eşitliğinde buluşan her cinsiyetten insanla yol alabiliriz. Yaşamın dengede devam etmesi gibi öykü karakterlerimde bu dengeyi başkaldırıyla kuruyor.
Kitabınızda okuyucuya aktarmak istediğiniz en önemli mesaj nedir? Okurun öykülerinizden almasını istediğiniz ana duygusal ya da düşünsel çıkarım nedir?
Temel derdim anlamak. Kendimi de başkalarını da. Okuyucularımın da buradan almasını istediğim bu. Anlamak için dinlediğimizde, okuduğumuzda, izlediğimizde önyargımızı kapatır açık oluruz. Kabul etmeyebiliriz. Karşı çıkabiliriz. Her şeyden önce anlamamız lazım. Karşımızdakinin neden öyle davrandığını, neden susmayı tercih ettiğini ya da neden bağırdığını anladığımızda mesafeler kapanır. Elif neyin öfkesini yaşadı yıllarca? Eylül neden sevgi istiyor? Gizem’i hangi arayış yollara düşürdü? Sorular çeşitlendirilebilir. Bu ben de siz de olabiliriz. Özge neden yazıyor? Benim cevabım belli kendimi ve başkalarını anlamak için. Peki ya okuyucular neden okumak istiyor? Bu da benim okuyucularıma sorum olsun. Yanıtlarına göre Kukla’yı ya özgür bırakacaklar ya da Kukla’nın iplerinden kurtulmasına fırsat tanımayacaklar.
Sade ve incelikli anlatımınızla dikkat çekiyorsunuz. Bu tarzı oluştururken size ilham veren yazarlar ya da eserler var mı?
Tek noktadan beslendiğimi söylemem. Çoklu okumalar insanıyım. Hem yerli hem yabancı başucu yazarlarım var elbette. Ayfer Tunç, Sevgi Soysal, Mine Söğüt konu içerikleri, Buket Uzuner, Adalet Ağaoğlu, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal anlatım dili, Rus ve İngiliz Edebiyatı yazarları perspektif ve biçemleri her daim hep okuyacağım yazarlar. Felsefe, Psikoloji ve Sosyoloji düşünme üzerine ve anlamak için temel okumalarımı oluşturuyor. Bir de şiir. Hüzünlü anlatımın melankoliye göz kırparak geçtiği yollarda gezinmeyi ara ara duraklamayı seviyorum.
"Kukla" kitabının arka kapak yazısında geçen “sepya tonlu bir coğrafya” ifadesi oldukça dikkat çekici. Öykülerinizde yarattığınız bu atmosferi nasıl tarif edersiniz?
Bu coğrafyanın insanı hep hüzünlü bakar. Derindir bakışları. Çocuğundan yaşlısına, kadınından erkeğine. Çok hikâye taşırlar yüzlerinde. Eğlenceli yanını da bu hüzünden çıkartır elbette. Ben belki kendi mizacımın da gereği sepya tonundan bakan tarafı görüp anlamaya meyilliyim. Bu tonun içindeki gerçeklik dikkatimi çekiyor. Hüznün hissettirdikleri ortaktır. Daha önce de söylediğim gibi aynılıklarımıza bakıp bu aynılıklara ayna tutmaya seviyorum. Aynamın sırı da yansımasını yaratırken sepyaya dönüyor.
Comments